Gastrit ve ülser gibi sindirim sistemi hastalıklarının tedavisi için sadece diyet yapmak yeterli olmazken “akıllı beslenme” ile mideyi rahatlatarak hastalığın etkilerini azaltmak mümkün oluyor.
Beslenmede dikkat edilmesi gereken en önemli konunun asit salınımının ritmine uygun beslenmek olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Melih Özel, “Anahtarnokta düzensiz beslenme ile istirahat halindeki midenin sürekli asit salmasınaneden olmamak” dedi. Prof. Dr. Özel; düzenli diyet, günde üç ana öğüne bölünmüş şekilde makul bir kalori alımının yanı sıra ara öğünlerle beslenmenin desteklenmesi gerektiğine dikkat çekti.
Mide ağrısı, bulantı, yanma hissi gibi belirtilerle hastaların günlük hayatını olumsuz etkileyen gastrit ve ülser gibi sindirim sistemi hastalıklarında beslenme büyük önem taşırken beslenmenin tedavideki rölü hakkında kesin konuşmak mümkün olmuyor. Günde üç öğün düzenli beslenerek, gerektiğinde ara öğün almanın ve midenin olumsuz yanıt verdiği gıdalardan uzak durmanın şikayetleri azalttığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Melih Özel, buhastalıkların tedavisinin diyet ile sağlanamayacağını da söyledi. Mide mukozasında çeşitli nedenlerle oluşan iltihap olarak tanımlanangastritin ortaya çıkma nedeninin her zaman mikrobik olması gerekmediğinianlatan Prof. Dr. Melih Özel, “Aspirin,romatizma ilaçları, ağrı kesiciler, bazı antibiyotikler gibi ilaçların yanı sıra sigara ve alkol gibi saldırgan maddelerin aşırı tüketilmesi de gastrite yol açabiliyor “dedi.
Stresli meslekler ülsere yol açabiliyor
Yemek borusunda, midede ya da onikiparmakbarsağında oluşan yaraların ülser olarak tanımlandığını söyleyen Prof. Dr. Özel, gastritte etkili olan faktörlere ek olarak birtakım psikolojiknedenlerin de ülsere yol açabildiğini söyledi. Prof. Dr. Özel, ruh halindeki iniş-çıkışların midedeki asit salınımını arttırdığını ve bu nedenle stresli işlerde çalışanlarda ve özellikle eğer kişi stres yönetimini etkili bir şekilde yürütemiyorsa ülsere daha çok rastlandığını sözlerine ekledi.
Gastrit ile ülser belirtilerinin birbirine çok benzediğine dikkat çeken Prof. Dr. Özel bu belirtileri ile ilgili şöyle konuştu; “Karnın üst kısmındayanma, ekşime, bazen ağrı, şişkinlik, gaz, bulantı ve kimi zaman da kusma yeralıyor. Bazı hastalar sadece karnın üst kısmında bir rahatsızlık hissi duyuyorve bunu “bir yumruk var gibi” şeklinde tanımlıyor. Yemek borusunda yanma, mideiçeriğinin ağza gelmesi, ağızda acı ekşi tat oluşması gibi reflü bulguları dabu hastalıkların belirtilerine eklenebiliyor” Kesin tanı için endoskopikyöntemler kullanıldığını söyleyen Prof. Dr. Özel, hastalık ortamından alınan biyopsi ile nedeni ve başka bir hastalığın eşlik edip etmediğinin de anlaşılabildiğini belirterek “Tedavide olumsuz etki yaratan ilaçlar, stres, sigara ve alkol gibi saldırgan faktörlerden uzak durmak gerekiyor” dedi.
Sizi rahatsız edeceğini bildiğiniz yiyecekleri dikkatli tüketin
• Sigara, sindirim sisteminin özellikle de midenin bütün savunma ve tamir mekanizmalarına saldırıyor. Sigarayı elinizden geldiğince azaltın.
• Aşırı alkol tüketimi ya da aç karnına alkol almak da olumsuz etki yaratıyor.
• Çay, kahve,asitli sıvılar ve meyve sularının da aç karnına içilmemesi öneriliyor.
• Geçmiş yıllarda tedavide yeri olduğu düşünülse de, günümüzde süt ve süt ürünlerinin aşırı tüketiminin asit salınımını artırdığı biliniyor.
• Sebzelerin pişmiş olarak tüketilmesi, çiğ sebzelerin tek seçenek olarak yenilmemesi öneriliyor.
• Aşırı tatlı şuruplar, özellikle de son yıllarda kullanımı artan mısır şurubu gastrit ve ülser şikayetlerinin artmasına neden olabiliyor.
• Genellikle acı,baharat, sarımsak, soğan, sirke gibi keskin tatlardan uzak durulması öneriliyor.
Asit salınım ritmine uygun beslenin
"Kimi insanlar sabahtan akşama kadar bir şey yemezken, akşam aşırı yiyecek tüketiyor; kimileri de gece uykusundan uyanıp besleniyor ve tüm bunlar sindirim sisteminin işlevlerini bozuyor" diyen Prof. Dr. Özel, beslenmede dikkat edilmesi gereken en önemli konunun asit salınımının ritmine uygun beslenmek olduğunu söyledi. Anahtar noktanın düzensizbeslenme ile istirahat halindeki midenin gıdalarla karşılaşarak sürekli asitsalınımı yapmasına neden olmamak olduğunu belirten Prof. Dr. Özel, şu önerilere de bulundu: Düzenli diyet; günde üç ana öğüne bölünmüş şekilde makul bir kalori alınması ve mide asidinin aşırı salınmasına neden olabilecek beslenmeden kaçınılmasını ifade ediyor. Sabah kahvaltısı büyükönem taşıyor. Gün içinde öğünlerin arası çok uzadığında bir meyve ya da birkaçgaletayla ara öğün yapılması gerekiyor. Yatmadan iki saat önce beslenmeyi kesmek de sindirim sistemi için önem taşıyor.
31 Aralık 2015 Perşembe
Sağlıklı beslenmede makarnanın önemi
Enerjimizin büyük bölümünü karbonhidratlar vasıtasıyla elde ettiğimizi söyleyen uzmanlar, vücudumuz normalden fazla enerjiye ihtiyaç duyduğu kış aylarında karbonhidrat ağırlıklı beslenme tavsiyesinde bulunuyor.
Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan sağlayan vücudumuz için, kış aylarında makarna tüketimi önem taşıyor. Vücut direncini artırıp bağışıklık sistemini güçlendirmek için sağlıklı beslenmenin büyük önem taşıdığı kış aylarında, beslenmede karbonhidratın önemine dikkat çekiliyor.
Makarna sağlıklı beslenmede büyük önem taşıyor
Makarnanın tarifini değiştiren sektörünün yenilikçi markası Selva Gıda’nın Genel Müdürü Mehmet Karakuş, Türk mutfağının en eski yemekleri arasında yer alan karbonhidrat zengini makarnanın dengeli ve sağlıklı beslenmede büyük önem taşıdığını belirterek, bu durumun beslenme uzmanlarınca da kabul edildiğini kaydetti.
Türkiye’de yıllar itibariyle makarna tüketiminin artış gösterdiğini dile getiren Karakuş, yıllık kişi başına tüketimin 6.1 kg seviyesine ulaştığına dikkat çekti. Ancak bu rakamın yeterli olmadığına işaret eden Karakuş, “Birçok dünya ülkesine göre bu rakam oldukça düşüktür. Türkiye’de beslenme bilincini ve doğru tüketimi insanlara anlatabilirsek kişi başı tüketimin birkaç yıl içerisinde 8 kg’a kadar çıkabileceğini düşünüyoruz” dedi.
Karbonhidratların beslenmedeki önemi
Diyetisyen Seçil Kenar da, karbonhidratların beslenmede büyük önem taşıdığını yineleyerek, “Günlük aldığımız besinlerin kalorisinin büyük çoğunluğunu karbonhidratlardan almamız gerekmektedir. Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan karşılarız” dedi. Kenar, sağlıklı yaşam için tüm besin gruplarından gün içinde düzenli tüketmek gerektiğini sözlerine ekledi.
Makarna kompleks bir karbonhidrattır
Makarnanın da kompleks bir karbonhidrat olduğuna dikkat çeken Seçil Kenar, makarnanın ana yemek olarak diğer besin gruplarıyla birlikte tüketildiğinde çok faydalı olduğunu kaydetti. Makarnanın tok tutma özelliğine sahip olduğunu dile getiren Kenar, makarnayı ana yemek olarak değerlendirmeyi öneriyor.
Makarna mineral ve B vitamini zengini
Un pirinç gibi beyazlaştırılmış diğer tahıllara göre lif içeriği daha yüksek, demir başta olmak üzere mineral ve B grubu vitaminleri bakımından daha zengin olan makarnayı tercih etmenin çok sağlıklı olduğunu kaydeden Kenar, “Aynı zamanda makarnanın aynı gruptaki tahıllara göre glisemik indeksi daha düşük; bir başka deyişle kan şekerini yavaş yükseltiyor. Makarna, bu özelliğinden dolayı şeker hastaları için de tercih edilebilir bir ana yemek. Makarnanın düşük glisemik indeksini korumak için de çok fazla haşlanmamalı. Aldante ya da hafif diri olarak tüketildiğinde makarnanın düşük olan glisemik indeksi korunuyor böylece kan şekeri de dengeli yükseliyor” diye konuştu.
Diyetisyen Seçil Kenar, ayrıca makarnayı diğer besin gruplarıyla birlikte yemeyi de öneriyor. Kenar, “Yoğurt, peynir, tavuk, kıyma, sebze gibi diğer besin gruplarıyla birlikte makarna ana yemek olarak yendiğinde dengeli beslenmenin altın kurallarına uyulmuş oluyor. iki dilim fırın makarna, bir kase yoğurt ve yanında salata yiyen ya da Çoban Kavurmalı makarnayı yoğurtla ve salatayla birlikte yiyen biri bir öğünde vücudun alması gereken tüm ihtiyacını karşılıyor” diye konuştu.
Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan sağlayan vücudumuz için, kış aylarında makarna tüketimi önem taşıyor. Vücut direncini artırıp bağışıklık sistemini güçlendirmek için sağlıklı beslenmenin büyük önem taşıdığı kış aylarında, beslenmede karbonhidratın önemine dikkat çekiliyor.
Makarna sağlıklı beslenmede büyük önem taşıyor
Makarnanın tarifini değiştiren sektörünün yenilikçi markası Selva Gıda’nın Genel Müdürü Mehmet Karakuş, Türk mutfağının en eski yemekleri arasında yer alan karbonhidrat zengini makarnanın dengeli ve sağlıklı beslenmede büyük önem taşıdığını belirterek, bu durumun beslenme uzmanlarınca da kabul edildiğini kaydetti.
Türkiye’de yıllar itibariyle makarna tüketiminin artış gösterdiğini dile getiren Karakuş, yıllık kişi başına tüketimin 6.1 kg seviyesine ulaştığına dikkat çekti. Ancak bu rakamın yeterli olmadığına işaret eden Karakuş, “Birçok dünya ülkesine göre bu rakam oldukça düşüktür. Türkiye’de beslenme bilincini ve doğru tüketimi insanlara anlatabilirsek kişi başı tüketimin birkaç yıl içerisinde 8 kg’a kadar çıkabileceğini düşünüyoruz” dedi.
Karbonhidratların beslenmedeki önemi
Diyetisyen Seçil Kenar da, karbonhidratların beslenmede büyük önem taşıdığını yineleyerek, “Günlük aldığımız besinlerin kalorisinin büyük çoğunluğunu karbonhidratlardan almamız gerekmektedir. Enerjimizin yüzde 60-65’ini karbonhidratlardan karşılarız” dedi. Kenar, sağlıklı yaşam için tüm besin gruplarından gün içinde düzenli tüketmek gerektiğini sözlerine ekledi.
Makarna kompleks bir karbonhidrattır
Makarnanın da kompleks bir karbonhidrat olduğuna dikkat çeken Seçil Kenar, makarnanın ana yemek olarak diğer besin gruplarıyla birlikte tüketildiğinde çok faydalı olduğunu kaydetti. Makarnanın tok tutma özelliğine sahip olduğunu dile getiren Kenar, makarnayı ana yemek olarak değerlendirmeyi öneriyor.
Makarna mineral ve B vitamini zengini
Un pirinç gibi beyazlaştırılmış diğer tahıllara göre lif içeriği daha yüksek, demir başta olmak üzere mineral ve B grubu vitaminleri bakımından daha zengin olan makarnayı tercih etmenin çok sağlıklı olduğunu kaydeden Kenar, “Aynı zamanda makarnanın aynı gruptaki tahıllara göre glisemik indeksi daha düşük; bir başka deyişle kan şekerini yavaş yükseltiyor. Makarna, bu özelliğinden dolayı şeker hastaları için de tercih edilebilir bir ana yemek. Makarnanın düşük glisemik indeksini korumak için de çok fazla haşlanmamalı. Aldante ya da hafif diri olarak tüketildiğinde makarnanın düşük olan glisemik indeksi korunuyor böylece kan şekeri de dengeli yükseliyor” diye konuştu.
Diyetisyen Seçil Kenar, ayrıca makarnayı diğer besin gruplarıyla birlikte yemeyi de öneriyor. Kenar, “Yoğurt, peynir, tavuk, kıyma, sebze gibi diğer besin gruplarıyla birlikte makarna ana yemek olarak yendiğinde dengeli beslenmenin altın kurallarına uyulmuş oluyor. iki dilim fırın makarna, bir kase yoğurt ve yanında salata yiyen ya da Çoban Kavurmalı makarnayı yoğurtla ve salatayla birlikte yiyen biri bir öğünde vücudun alması gereken tüm ihtiyacını karşılıyor” diye konuştu.
Akne sorunu ergenlik çağının kabusu
Genellikle ergenlik çağındaki gençleri etkileyen sivilce, ergenlikte hormonel değişiklerden kaynaklanan cildin fazla miktarda yağ salgılaması sonucu oluşuyor.
Sınav dönemlerinde yoğun stres yaşayan gençler, yüzlerini kaplayan sivilceler nedeniyle zor günler geçiriyor. Yaşadıkları moral bozukluğunun yanında psikolojik olarak da oldukça etkilenen gençler, okulda performans düşüklüğüyle karşı karşıya kalıyor.
Genel olarak sivilce adıyla bilinen akne sorunu, günümüzde 10,12 yaşlarda ortaya çıkıyor. Normal gelişim yaşayan gençlerde 13,17 yaşları arasında ortaya çıkması beklenen sivilcelerin, 20’li yaşların başlarına kadar geçmesi gerekiyor.
Ergenlik Çağında Yaşanan Stres ve Hormon Gelişimleri Sivilce Oluşumunu Arttırıyor…
Sivilcenin, tıbbi adıyla aknenin stresten oldukça beslendiğini belirten İnt. Dipl. Kozmetisyen Nesrin Sürer konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Akneler ergenlik döneminde en fazla yanak, boyun, omuz, sırt, göğüs bölgesinde oluşur. Ergenlik dönemindeki değişikliklere neden olan hormonlar ve yaşanan yoğun duygular daha fazla yağ salgılamasına neden olur. Fiziksel olgunluğu sağlayan hormonlar yağ bezlerinin daha çok yağ üretmesine neden olur. Bu yağın deri yüzeyine geçişini sağlayan kanal yoğunlaşır ve yağ kitlesi nedeniyle tıkanır.
Aknenin temel nedeni tıkanmadır.
Ciltte ki gözenekler tıkanma sebebiyle nefes alamaz. Toz, kir, makyaj malzemeleri gibi dış etkenler de tıkanmayı hızlandırır. Bakterilerin çoğalıp gözeneklerin nefes alamamasından dolayı, cilt kızarır ve şişer. Bu da tıbbi açıklamasıyla komedon akneden papulese akneye dönüşür. Bir iki gün içinde yumuşayıp büyüyen akne iltihaplı bir hal alır. Buna da tıp dilinde püstül akne denir. Aknenin en şiddetli hali ise nodül ve kistler olarak bilinir. Bunlar deri altında ağrılı büyük sertlikler olarak belirginleşir ve ciltte kalıcı izlere sebep olabilir. Sebore akne ise, cildin aşırı yağlanma sonucu sivilceye dönüşmesi halidir, gençlerin yaşadığı tipik gençlik aknesidir.
Ergenlikte görünen akne sebebi, çocukluktan gençliğe geçiş döneminde yaşanan değişikliklerdir. Dolayısıyla ergenlik sivilceleri bir hastalık değildir. Hormonel rahatsızlıklardan kaynaklanan yapıya sahip değilse, gençlerin yaşadığı ergenlik sivilceleri ilaç yutmadan geçebilir.
Kozmetolojik ve biyolojik yoğun bakımlarla, yağ üretimi düzenlenerek ciltte aşırı yağlanma dengelenir. Komedon sivilce oluşumu önlenir, yağları kuruturken cildin nem dengesi korunur. Gençlerin günlük cilt temizliğine düzenli bir şekilde dikkat etmesi, cildi direkt etkileyen besin değeri yüksek ve katkı madde içerikli gıdalardan uzak durmaları gerekir. Günlük cilt temizliğinin yanı sıra gençler profesyonel uzmanın tavsiyeleri ile cildin yağlanmasını azaltıp, sivilce oluşumunu ve ilerlemesini önlemelidir.” dedi.
Sınav dönemlerinde yoğun stres yaşayan gençler, yüzlerini kaplayan sivilceler nedeniyle zor günler geçiriyor. Yaşadıkları moral bozukluğunun yanında psikolojik olarak da oldukça etkilenen gençler, okulda performans düşüklüğüyle karşı karşıya kalıyor.
Genel olarak sivilce adıyla bilinen akne sorunu, günümüzde 10,12 yaşlarda ortaya çıkıyor. Normal gelişim yaşayan gençlerde 13,17 yaşları arasında ortaya çıkması beklenen sivilcelerin, 20’li yaşların başlarına kadar geçmesi gerekiyor.
Ergenlik Çağında Yaşanan Stres ve Hormon Gelişimleri Sivilce Oluşumunu Arttırıyor…
Sivilcenin, tıbbi adıyla aknenin stresten oldukça beslendiğini belirten İnt. Dipl. Kozmetisyen Nesrin Sürer konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Akneler ergenlik döneminde en fazla yanak, boyun, omuz, sırt, göğüs bölgesinde oluşur. Ergenlik dönemindeki değişikliklere neden olan hormonlar ve yaşanan yoğun duygular daha fazla yağ salgılamasına neden olur. Fiziksel olgunluğu sağlayan hormonlar yağ bezlerinin daha çok yağ üretmesine neden olur. Bu yağın deri yüzeyine geçişini sağlayan kanal yoğunlaşır ve yağ kitlesi nedeniyle tıkanır.
Aknenin temel nedeni tıkanmadır.
Ciltte ki gözenekler tıkanma sebebiyle nefes alamaz. Toz, kir, makyaj malzemeleri gibi dış etkenler de tıkanmayı hızlandırır. Bakterilerin çoğalıp gözeneklerin nefes alamamasından dolayı, cilt kızarır ve şişer. Bu da tıbbi açıklamasıyla komedon akneden papulese akneye dönüşür. Bir iki gün içinde yumuşayıp büyüyen akne iltihaplı bir hal alır. Buna da tıp dilinde püstül akne denir. Aknenin en şiddetli hali ise nodül ve kistler olarak bilinir. Bunlar deri altında ağrılı büyük sertlikler olarak belirginleşir ve ciltte kalıcı izlere sebep olabilir. Sebore akne ise, cildin aşırı yağlanma sonucu sivilceye dönüşmesi halidir, gençlerin yaşadığı tipik gençlik aknesidir.
Ergenlikte görünen akne sebebi, çocukluktan gençliğe geçiş döneminde yaşanan değişikliklerdir. Dolayısıyla ergenlik sivilceleri bir hastalık değildir. Hormonel rahatsızlıklardan kaynaklanan yapıya sahip değilse, gençlerin yaşadığı ergenlik sivilceleri ilaç yutmadan geçebilir.
Kozmetolojik ve biyolojik yoğun bakımlarla, yağ üretimi düzenlenerek ciltte aşırı yağlanma dengelenir. Komedon sivilce oluşumu önlenir, yağları kuruturken cildin nem dengesi korunur. Gençlerin günlük cilt temizliğine düzenli bir şekilde dikkat etmesi, cildi direkt etkileyen besin değeri yüksek ve katkı madde içerikli gıdalardan uzak durmaları gerekir. Günlük cilt temizliğinin yanı sıra gençler profesyonel uzmanın tavsiyeleri ile cildin yağlanmasını azaltıp, sivilce oluşumunu ve ilerlemesini önlemelidir.” dedi.
Saçlar Lohusalıkta Neden Dökülüyor?
Bin bir meşakkatle geçen hamilelik sonrasında aşırı uykusuzluk, yorgunluk ve kilo problemi ile mücadele eden anneler, hormonal değişiklikler nedeniyle saç dökülmesi tehlikesi yaşayabiliyor.
Gebelik esnasında kuvvetlenen saçlar, doğumun gerçekleşmesinden sonra yaşanan ani hormonal değişikliğin etkisiyle genelde hızla dökülüyor.
Uzmanlar geçici olan bu saç dökülmesinin kelliğe yol açmayacağını belirterek özellikle hamilelik sonrası dökülmeler için üretilen ve eczanelerden temin edilen ürünlerin düzenli kullanımının bu probleme çare olacağını belirtiyor.
Saç dökülmesi problemi insanların belli dönemlerinde artarken bu dönemler genellikle hayatıyla ilgili yeni bir kararlar verdiği ya da olumsuzluk yaşadığı zamanlara denk geliyor. Bazı kadınlar ise gebeliği sonrasında hassaslaşırken bu dönemde saç dökülmesi yoğunluğuyla karşı karşıya kalıyor.
Hamilelik sonrasında hormonların değişmesi, uykusuzluk, aşırı kilo alınması, stres ve benzeri faktörler kuşkusuz saçları olumsuz etkilediğini belirten Biota Laboratuvarları Ar-Ge Direktörü Dr. Özden Kasımoğulları “Hamilelik sırasında hormonların yükselmesiyle ilk başlarda artmış gibi görünen saç yoğunluğu hormonların dengelenmeye başlaması ile azalmaya başlar. Hamilelik sonrasında yaşanacak uykusuzluk ve stres de bu durumu daha fazla tetikler. Doğum sonrası yaklaşık 0-2 yıl kadar sürebilen saç dökülmesi ise kadınların kâbusu haline gelir.” şeklinde konuştu.
Dr. Özden Kasımoğulları “Hamilelik sürerken mat ve cansız görünmeye başlayan aynı zamanda incelen saç telleri hamileliğin sonlanmasıyla birlikte hızla dökülme aşamasına geçerek uzun bir dönem kadınların kâbusu haline gelebiliyor.” dedi.
HAMİLELİKTE SAÇ BAKIMI İÇİN ECZANEYE BAŞVURUN
Hamilelik döneminde hem anne hem bebek sağlığı için ilaç, ışın, kimyasal maddeler ve deri yoluyla maruz kaldıkları maddelerin zararlarından uzak durmak gerekiyor. Bazı kimyasal maddeler ise gebeliğin belirli sürelerinde zararlı, diğer zamanlarda zararsız olabiliyor.
Bu nedenle hamilelik döneminde annenin besinlerinin doğal olması ne kadar önemliyse, kullandığı bakım ürünlerinin de doğal olmasının oldukça önemli olduğunu da vurgulayan Dr. Kasımoğulları “Gerek hamilelik döneminde, gerekse de sonrasında kullanılacak saç bakım ürünlerinin eczaneden alınması daha güvenli olacaktır.
Bitkisel diye her ürünü de saça uygulamak doğru olmaz. Özellikle eczanelerde hamilelik sonrası yaşanan dökülmelere karşı şampuanlar bulunuyor.” diye konuştu.
Gebelik esnasında kuvvetlenen saçlar, doğumun gerçekleşmesinden sonra yaşanan ani hormonal değişikliğin etkisiyle genelde hızla dökülüyor.
Uzmanlar geçici olan bu saç dökülmesinin kelliğe yol açmayacağını belirterek özellikle hamilelik sonrası dökülmeler için üretilen ve eczanelerden temin edilen ürünlerin düzenli kullanımının bu probleme çare olacağını belirtiyor.
Saç dökülmesi problemi insanların belli dönemlerinde artarken bu dönemler genellikle hayatıyla ilgili yeni bir kararlar verdiği ya da olumsuzluk yaşadığı zamanlara denk geliyor. Bazı kadınlar ise gebeliği sonrasında hassaslaşırken bu dönemde saç dökülmesi yoğunluğuyla karşı karşıya kalıyor.
Hamilelik sonrasında hormonların değişmesi, uykusuzluk, aşırı kilo alınması, stres ve benzeri faktörler kuşkusuz saçları olumsuz etkilediğini belirten Biota Laboratuvarları Ar-Ge Direktörü Dr. Özden Kasımoğulları “Hamilelik sırasında hormonların yükselmesiyle ilk başlarda artmış gibi görünen saç yoğunluğu hormonların dengelenmeye başlaması ile azalmaya başlar. Hamilelik sonrasında yaşanacak uykusuzluk ve stres de bu durumu daha fazla tetikler. Doğum sonrası yaklaşık 0-2 yıl kadar sürebilen saç dökülmesi ise kadınların kâbusu haline gelir.” şeklinde konuştu.
Dr. Özden Kasımoğulları |
HAMİLELİKTE SAÇ BAKIMI İÇİN ECZANEYE BAŞVURUN
Hamilelik döneminde hem anne hem bebek sağlığı için ilaç, ışın, kimyasal maddeler ve deri yoluyla maruz kaldıkları maddelerin zararlarından uzak durmak gerekiyor. Bazı kimyasal maddeler ise gebeliğin belirli sürelerinde zararlı, diğer zamanlarda zararsız olabiliyor.
Bu nedenle hamilelik döneminde annenin besinlerinin doğal olması ne kadar önemliyse, kullandığı bakım ürünlerinin de doğal olmasının oldukça önemli olduğunu da vurgulayan Dr. Kasımoğulları “Gerek hamilelik döneminde, gerekse de sonrasında kullanılacak saç bakım ürünlerinin eczaneden alınması daha güvenli olacaktır.
Bitkisel diye her ürünü de saça uygulamak doğru olmaz. Özellikle eczanelerde hamilelik sonrası yaşanan dökülmelere karşı şampuanlar bulunuyor.” diye konuştu.
Metabolizma hızınızı artıracak 9 öneri
Zayıflamada veya kilo korumada ne kadar kalori aldığımızı belirleyen metabolizma hızını birçok faktör etkiler. Siz de metabolizmanızı hızlandırmak istiyorsanız bu önerilere kulak verebilirsiniz.
1- Egzersizlerinizi düzenli yapmaya özen gösterin: Egzersiz, biriken yağ kütlesini azaltmak için gerekli enerjiyi sağlar. Egzersiz, yağ yakımını sağladığı gibi düzenli yapılması da düşük metabolizma hızınızı artırır. Yapılan çalışmalar, 3 saati aşan ağır bir spor yerine orta yoğunlukta ve düzenli sporun metabolizma hızında olumlu etkilerini göstermiştir. Hormonal değişikler nedeniyle 40 yaşından sonra kas kütlesinde kademeli azalmalar olur, bu da metabolizma hızını düşürür. Düzenli egzersiz ile bu süreci yavaşlatın.
2- Vücut yağınızı azaltın: Vücudumuzun bileşenlerinden kas ve yağın birbirlerine oranı metabolizma hızını etkiler. Aynı vücut ağırlığı olan bireylerin metabolizma hızlarına bakıldığında, yağsız dokusu yani kas ağırlığı yağ ağırlığından daha fazla ise daha fazla kalori harcar. Çünkü kas dokusu metabolik olarak daha aktiftir.
3- Yeşil çay tüketin: Antioksidant içeriği yüksek olan yeşil çayın antianjiogenez özelliğiyle kanser hastalıklarından koruduğu gibi, termojenik özelliği sayesinde metabolizma hızını artırır. Araştırmalar, spor öncesi içilen yeşil çayın, egzersiz sırasında normalden daha fazla kalori harcanmasını sağladığı görülmüştür. Günde iki veya üç fincan yeşil çay tüketmeye özen gösterin.
4- Posa oranı yüksek besinleri tercih edin: Posalı yiyecekler daha hızlı tokluk oluşması, yağ emilimini azaltması, kan şekerini dengelenmesi ve hızlı acıkmamızı engeller. Bu faydaları sayesinde daha az besin tüketir, vücut yağınızı azaltır ve metabolizma hızınızı artırırsınız. Meyveleri kabuğu ile birlikte yerseniz ve salata tüketiminizi çoğaltırsanız posa tüketiminizi artırmış olursunuz.
5- Sıvı tüketiminizden emin olun: Vücutta kimyasal olayların %90’ından fazlası ortamda suyun bulunmasıyla olur. Vücut yeterli suyu alamadığı zaman metabolizma yavaşlar. Günlük yeterli miktarda su tükettiğinizi kontrol etmek için ana öğünler, meyve, süt ve yoğurt tüketmeden önce mutlaka 1 bardak su için. Suyun günde 2 litre tüketilmesi fazla ödemin, sindirim sonucu oluşan zararlı atıkların vücuttan atılması, metabolizmanın hızlanması ve kilo vermede yardımcıdır.
6- Proteini dengeli almaya özen gösterin: Yetersiz protein alımı, kas kütlesini azaltır ve metabolizmayı yavaşlatır. Ancak, bu durum fazla protein tüketilmesi anlamına gelmiyor. Fazla protein tüketimi eklem, böbrek ve kemik sağlığı üzerinde olumsuz etkileri vardır. Karbonhidrat, yağ ve protein oranlarına dikkat ederek dengeli bir diyet yaparsanız hem yağ yakımını artırır hem de daha hızlı metabolizmaya sahip olursunuz.
7- Kalsiyum tüketiminizi artırın: Son yapılan araştırmalarda günde en az 2 porsiyon süt ve türevlerini tüketmek, metabolizmayı hızlandırıp ve yağ depolanmasını önleyen hormonları etkilediği için zayıflamada yardımcı olduğu görülmüştür.
8- Kafeinden faydalanın: Kahve tiryakisi iseniz sizin için metabolik hızı artırmak daha keyifli hale gelecektir. Çünkü orta düzeyde kafein tüketimi metabolizma hızında artışlar sağlar.
9- Yemeklerinizi baharatlandırın: Baharatlar, metabolizmayı artıracak kimyasal bileşikler içerir. Artırıcı etkisi geçici de olsa yemeklerinize eklemeyi unutmayın.
1- Egzersizlerinizi düzenli yapmaya özen gösterin: Egzersiz, biriken yağ kütlesini azaltmak için gerekli enerjiyi sağlar. Egzersiz, yağ yakımını sağladığı gibi düzenli yapılması da düşük metabolizma hızınızı artırır. Yapılan çalışmalar, 3 saati aşan ağır bir spor yerine orta yoğunlukta ve düzenli sporun metabolizma hızında olumlu etkilerini göstermiştir. Hormonal değişikler nedeniyle 40 yaşından sonra kas kütlesinde kademeli azalmalar olur, bu da metabolizma hızını düşürür. Düzenli egzersiz ile bu süreci yavaşlatın.
2- Vücut yağınızı azaltın: Vücudumuzun bileşenlerinden kas ve yağın birbirlerine oranı metabolizma hızını etkiler. Aynı vücut ağırlığı olan bireylerin metabolizma hızlarına bakıldığında, yağsız dokusu yani kas ağırlığı yağ ağırlığından daha fazla ise daha fazla kalori harcar. Çünkü kas dokusu metabolik olarak daha aktiftir.
3- Yeşil çay tüketin: Antioksidant içeriği yüksek olan yeşil çayın antianjiogenez özelliğiyle kanser hastalıklarından koruduğu gibi, termojenik özelliği sayesinde metabolizma hızını artırır. Araştırmalar, spor öncesi içilen yeşil çayın, egzersiz sırasında normalden daha fazla kalori harcanmasını sağladığı görülmüştür. Günde iki veya üç fincan yeşil çay tüketmeye özen gösterin.
4- Posa oranı yüksek besinleri tercih edin: Posalı yiyecekler daha hızlı tokluk oluşması, yağ emilimini azaltması, kan şekerini dengelenmesi ve hızlı acıkmamızı engeller. Bu faydaları sayesinde daha az besin tüketir, vücut yağınızı azaltır ve metabolizma hızınızı artırırsınız. Meyveleri kabuğu ile birlikte yerseniz ve salata tüketiminizi çoğaltırsanız posa tüketiminizi artırmış olursunuz.
5- Sıvı tüketiminizden emin olun: Vücutta kimyasal olayların %90’ından fazlası ortamda suyun bulunmasıyla olur. Vücut yeterli suyu alamadığı zaman metabolizma yavaşlar. Günlük yeterli miktarda su tükettiğinizi kontrol etmek için ana öğünler, meyve, süt ve yoğurt tüketmeden önce mutlaka 1 bardak su için. Suyun günde 2 litre tüketilmesi fazla ödemin, sindirim sonucu oluşan zararlı atıkların vücuttan atılması, metabolizmanın hızlanması ve kilo vermede yardımcıdır.
6- Proteini dengeli almaya özen gösterin: Yetersiz protein alımı, kas kütlesini azaltır ve metabolizmayı yavaşlatır. Ancak, bu durum fazla protein tüketilmesi anlamına gelmiyor. Fazla protein tüketimi eklem, böbrek ve kemik sağlığı üzerinde olumsuz etkileri vardır. Karbonhidrat, yağ ve protein oranlarına dikkat ederek dengeli bir diyet yaparsanız hem yağ yakımını artırır hem de daha hızlı metabolizmaya sahip olursunuz.
7- Kalsiyum tüketiminizi artırın: Son yapılan araştırmalarda günde en az 2 porsiyon süt ve türevlerini tüketmek, metabolizmayı hızlandırıp ve yağ depolanmasını önleyen hormonları etkilediği için zayıflamada yardımcı olduğu görülmüştür.
8- Kafeinden faydalanın: Kahve tiryakisi iseniz sizin için metabolik hızı artırmak daha keyifli hale gelecektir. Çünkü orta düzeyde kafein tüketimi metabolizma hızında artışlar sağlar.
9- Yemeklerinizi baharatlandırın: Baharatlar, metabolizmayı artıracak kimyasal bileşikler içerir. Artırıcı etkisi geçici de olsa yemeklerinize eklemeyi unutmayın.
22 Aralık 2015 Salı
Titizliğin temeli 4G kuralından geçiyor
Titiz Misin programının sunucusu Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Oğuz Özyaral Dünyayı giderek daha çok kirlettiğimizi, gereksiz tüketim hırsıyla ekosistemi sarstığımızı söyledi. “Çok basit olarak görünen titizlik bile 4G kuralına uyularak gerçekleştirilirse, bireysel olarak yapacaklarımız Dünyanın dengesine ve temizliğine katkıda bulunacaktır.” dedi.
Egosistem, Ekosistemin yerini alıyor...
Doç. Dr. Oğuz Özyaral “Dünyada insanoğlu, yaşam tarzı ile her şeye hâkim olma dürtüsü sayesinde ekosistemin yaşamsal döngüsünü bozuyor. Yeni bir denge unsuru oluşturarak yaşam piramidinin tepesinden, dünyayı yönetmek istiyor. Bu dürtü maalesef tüm dengeleri bozarak hepimizin içinde olduğu Ekosistem yerine, insanoğlunun kendi elleri ile yarattığı Egosistemi getirmektedir. İhtiyaç fazlası ürünlerin piyasaya sürümünün arttığı, pek çok atığın çöplüklerde yığıldı ve tarım alanlarının azaldığı dünyamızda tek çare aklı başa toplamaktan geçiyor. Egolarımızla yaşıyoruz, yarınımızı düşünmüyoruz, gelecek nesillerin mirasını tüketiyoruz.
Haberlerden duyduğumuz Küresel Isınma tanımlaması gerçek ısınma mı, yoksa Küresel soğuma mı? Bütün bunları anlamalı ve derhal çalışmalıyız. Bugünün ihtiyaçları ne acıdır ki yarının sorunları olacaktır. Durup düşünme zamanı.” diye konuştu.
“Bütün bunları yapmaya hakkımız var mı?” diye soran Doç. Dr. Oğuz Özyaral “Bunun için biz de 4G Kuralını tanıyalım, anlayalım, yaşamımıza sokalım, uygulayalım ve uygulatalım.” şeklinde konuştu.
4G Nedir?
• “Geri Dönüştür”: Hiçbir şey çöp değildir. Mutlaka ayrıştırılmalı ve geri dönüştürülmelidir. Örneğin Pet şişeleri başka amaçla kullanmak söz konusu olamayacağından geri dönüştürülmelidir.
• “Geri Kazan / Geri Kullan”: Kullanım dışı kalan ürünler, torbalar, kutular, kartonlar, şişeler, kumaş parçaları vb. ürünleri başka amaçla tekrar tekrar yeniden kullanmalıyız. Bunun için bağışta bulunmalı, yeni tasarımlar yapılmalıdır. Tek kullanımlık ürünlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Sebze, meyve kabuklarını çöpten bahçeye döndürelim, kendi gübremizi yapalım.
• “Gerile”: Tasarruflu olalım, ihtiyacımız kadar olanı alalım. Gereksiz hiçbir şey almayalım. Elektrik, su, kömür, doğal gaz gibi enerji kaynaklarını israf etmeyelim. Suyumuza sahip çıkalım.
• “Geri Çevir”: Eğer ihtiyaç değilse, kullanmayacağın ürünleri reddet, alma, gereksinimi olanlara verilmesini sağlayalım.
Egosistem, Ekosistemin yerini alıyor...
Doç. Dr. Oğuz Özyaral “Dünyada insanoğlu, yaşam tarzı ile her şeye hâkim olma dürtüsü sayesinde ekosistemin yaşamsal döngüsünü bozuyor. Yeni bir denge unsuru oluşturarak yaşam piramidinin tepesinden, dünyayı yönetmek istiyor. Bu dürtü maalesef tüm dengeleri bozarak hepimizin içinde olduğu Ekosistem yerine, insanoğlunun kendi elleri ile yarattığı Egosistemi getirmektedir. İhtiyaç fazlası ürünlerin piyasaya sürümünün arttığı, pek çok atığın çöplüklerde yığıldı ve tarım alanlarının azaldığı dünyamızda tek çare aklı başa toplamaktan geçiyor. Egolarımızla yaşıyoruz, yarınımızı düşünmüyoruz, gelecek nesillerin mirasını tüketiyoruz.
Haberlerden duyduğumuz Küresel Isınma tanımlaması gerçek ısınma mı, yoksa Küresel soğuma mı? Bütün bunları anlamalı ve derhal çalışmalıyız. Bugünün ihtiyaçları ne acıdır ki yarının sorunları olacaktır. Durup düşünme zamanı.” diye konuştu.
“Bütün bunları yapmaya hakkımız var mı?” diye soran Doç. Dr. Oğuz Özyaral “Bunun için biz de 4G Kuralını tanıyalım, anlayalım, yaşamımıza sokalım, uygulayalım ve uygulatalım.” şeklinde konuştu.
4G Nedir?
• “Geri Dönüştür”: Hiçbir şey çöp değildir. Mutlaka ayrıştırılmalı ve geri dönüştürülmelidir. Örneğin Pet şişeleri başka amaçla kullanmak söz konusu olamayacağından geri dönüştürülmelidir.
• “Geri Kazan / Geri Kullan”: Kullanım dışı kalan ürünler, torbalar, kutular, kartonlar, şişeler, kumaş parçaları vb. ürünleri başka amaçla tekrar tekrar yeniden kullanmalıyız. Bunun için bağışta bulunmalı, yeni tasarımlar yapılmalıdır. Tek kullanımlık ürünlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Sebze, meyve kabuklarını çöpten bahçeye döndürelim, kendi gübremizi yapalım.
• “Gerile”: Tasarruflu olalım, ihtiyacımız kadar olanı alalım. Gereksiz hiçbir şey almayalım. Elektrik, su, kömür, doğal gaz gibi enerji kaynaklarını israf etmeyelim. Suyumuza sahip çıkalım.
• “Geri Çevir”: Eğer ihtiyaç değilse, kullanmayacağın ürünleri reddet, alma, gereksinimi olanlara verilmesini sağlayalım.
21 Aralık 2015 Pazartesi
Yeni Yıl İçin Alınabilecek En Güzel Hediye
Şimdi yazının başlığına bakıp hemen uçak, araba, sonsuz para diyeceğimi düşünüyorsunuz biliyorum ama bu sefer başka bir hediyeden bahsedeceğim. Yılbaşı yaklaşırken evde aile üyeleri tarafından gizli gizli işler çevrilmeye başlar. Herkes kendi hediyesini en güvenli yere saklamaya çalışır aynı zamanda diğerlerinin hediyelerini bulmaya çalışır. Bu yıl evde yılbaşı için hediyemi biraz erken buldum. Gardırobun en arkasında hışırdayan bir torba içerisinde hediye saklanırsa olmaz.
Neyse ben şu hediye kısmına geçeyim. Daha gelmeyen yılbaşının hediyesi: Oral-B şarjlı diş fırçası. Denemeye çekiniyordum ama hediye gelince keşke daha önce alsaymışım dedim kendi kendime.
Oral-B, profesyonel diş temizleme aletlerinden esinlenerek tasarlamış bu şarjlı diş fırçaları ile mükemmel bir temizlik deneyimi sunuyor. Diş plaklarını temizlemekte manuel fırçalardan çok daha etkili bir sonuç veriyor, ilk kullanımdan sonra bile daha önce sanki hiç bu kadar iyi dişlerimi fırçalamamışım gibi hissettim. Üç boyutlu oynar başlık sayesindeyse normal bir fırçanın yapamayacağı kadar hareket edip, normalde ihmal ettiğimiz ulaşamadığımız yerlere bile ulaşıyor. Fırça başlıkları dişleri tamamen sararak birçok noktaya temas ediyor ve muhteşem sonuçlar almamı sağlıyor.
Ağız bakımına çok önem veren birisi olarak bu benim için en iyi yılbaşı hediyesi oldu. Siz de yeni yılda sevdiklerinize Oral-B şarjlı diş fırçası hediye ederek onları mutlu edebilirsiniz.
Ürünleri incelemek ve yılbaşı indiriminden yararlanmak için tıklayınız. Bu arada, Burcu Esmersoy'lu videosunu da paylaşmadan duramadım :)
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Neyse ben şu hediye kısmına geçeyim. Daha gelmeyen yılbaşının hediyesi: Oral-B şarjlı diş fırçası. Denemeye çekiniyordum ama hediye gelince keşke daha önce alsaymışım dedim kendi kendime.
Oral-B, profesyonel diş temizleme aletlerinden esinlenerek tasarlamış bu şarjlı diş fırçaları ile mükemmel bir temizlik deneyimi sunuyor. Diş plaklarını temizlemekte manuel fırçalardan çok daha etkili bir sonuç veriyor, ilk kullanımdan sonra bile daha önce sanki hiç bu kadar iyi dişlerimi fırçalamamışım gibi hissettim. Üç boyutlu oynar başlık sayesindeyse normal bir fırçanın yapamayacağı kadar hareket edip, normalde ihmal ettiğimiz ulaşamadığımız yerlere bile ulaşıyor. Fırça başlıkları dişleri tamamen sararak birçok noktaya temas ediyor ve muhteşem sonuçlar almamı sağlıyor.
Ağız bakımına çok önem veren birisi olarak bu benim için en iyi yılbaşı hediyesi oldu. Siz de yeni yılda sevdiklerinize Oral-B şarjlı diş fırçası hediye ederek onları mutlu edebilirsiniz.
Ürünleri incelemek ve yılbaşı indiriminden yararlanmak için tıklayınız. Bu arada, Burcu Esmersoy'lu videosunu da paylaşmadan duramadım :)
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Obezite meme kanserini tetikliyor
Yapılan bilimsel araştırmalar erkeklerde yüzde 4, kadınlarda ise yüzde 7 oranında obezite kaynaklı kanserlerin geliştiğini ortaya koyuyor. Obez kişilerde meme, özofagus, pankreas, kolon, rahim, böbrek, safra kesesi ve tiroid kanserleri daha sık görülüyor. Obezite, özellikle menapoza girmiş kadınlarda meme kanserini riskini artırıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014 yılı sağlık araştırmasına göre Türkiye’de obez bireylerin nüfusa oranı yüzde 19.9 olarak belirlendi. Araştırma kadınların yüzde 24.5’inin, erkeklerin ise yüzde 15.3’ünün obez olduğunu ortaya koydu. Medical Park Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Koray Topgül’e göre obezite başta meme kanseri olmak üzere çok sayıda kanser türünü tetikliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılında yapılan bir araştırmanın erkeklerde yüzde 4, kadınlar da ise yüzde 7 oranında obezite kaynaklı kanser geliştiğini ortaya koyduğunu aktaran Prof. Dr. Koray Topgül, obezitenin özellikle menapoza girmiş kadınlarda meme kanserini riskini artırdığını söyledi. Prof. Dr. Koray Topgül, obezite kaynaklı meme kanseri vakalarıyla ilgili şu bilgileri verdi:
KANSERLİ HÜCRE OBEZLERDE DAHA HIZLI ÇOĞALIYOR
Obez vakalarda özofagus, pankreas, kolon, rahim, böbrek, safra kesesi ve tiroid kanserlerinin daha sık görülür. Yaşamı sırasında obeziteyle mücadele eden ünlü İtalyan Tenor Luciano Pavarotti de pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetmişti.
Obezlerde insülin ve büyüme hormonu seviyesi yüksektir. Yağ hücreleri leptin gibi bazı hormonların üretimini artırır. Hücre çoğalmasına katkı veren bu hormonlar kanserin de yayılmasını tetikler. Ayrıca obez kişilerde, subakut diyebileceğimiz, kronikleşmiş düşük yoğunluklu enfeksiyonlarda görülen, bağışıklık sistemini baskılayarak kanser hücrelerinin çoğalmasına neden olan bir durum söz konusudur.
GENÇLİĞİNDEN BERİ OBEZ OLANLARDA RİSK DAHA FAZLA
Meme kanseri gelişmesinde en önemli etken östrojendir. Kişinin östrojene maruz kaldığı dönemin uzun olması bir risk faktörüdür. Erken yaşlarda adet görmek ve geç menapoza girmek, östrojene maruz kalınan dönemi uzatarak meme kanseri riskini artırır.
Normalde kadınlarda menapoz döneminde östrojenin esas kaynağı olan overler (yumurtalıklar) hormon üretmez. Ancak obez kişilerde durum biraz farklıdır. Yağ dokusu bu dönemde ciddi anlamda östrojen üretir. Kişi ne kadar obezse yağ dokusundan da o kadar fazla ve uzun dönem östrojen salınımı olur. Dolayısıyla vücut aşırı östrojen etkisi altına girer ve bu durum meme kanseri riskini artırır. Bu risk erken yaşlardan (18-50) itibaren obez olan menapoz sonrası kadınlarda daha fazladır. Yani gençliğinden beri obez olan ve obeziteyi menapoz sonrasına da taşıyan kişilerde risk daha fazladır. Bu riskin beyaz (Avrupalı) kadınlarda daha fazla olduğu da yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014 yılı sağlık araştırmasına göre Türkiye’de obez bireylerin nüfusa oranı yüzde 19.9 olarak belirlendi. Araştırma kadınların yüzde 24.5’inin, erkeklerin ise yüzde 15.3’ünün obez olduğunu ortaya koydu. Medical Park Ankara Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Koray Topgül’e göre obezite başta meme kanseri olmak üzere çok sayıda kanser türünü tetikliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılında yapılan bir araştırmanın erkeklerde yüzde 4, kadınlar da ise yüzde 7 oranında obezite kaynaklı kanser geliştiğini ortaya koyduğunu aktaran Prof. Dr. Koray Topgül, obezitenin özellikle menapoza girmiş kadınlarda meme kanserini riskini artırdığını söyledi. Prof. Dr. Koray Topgül, obezite kaynaklı meme kanseri vakalarıyla ilgili şu bilgileri verdi:
KANSERLİ HÜCRE OBEZLERDE DAHA HIZLI ÇOĞALIYOR
Obez vakalarda özofagus, pankreas, kolon, rahim, böbrek, safra kesesi ve tiroid kanserlerinin daha sık görülür. Yaşamı sırasında obeziteyle mücadele eden ünlü İtalyan Tenor Luciano Pavarotti de pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetmişti.
Obezlerde insülin ve büyüme hormonu seviyesi yüksektir. Yağ hücreleri leptin gibi bazı hormonların üretimini artırır. Hücre çoğalmasına katkı veren bu hormonlar kanserin de yayılmasını tetikler. Ayrıca obez kişilerde, subakut diyebileceğimiz, kronikleşmiş düşük yoğunluklu enfeksiyonlarda görülen, bağışıklık sistemini baskılayarak kanser hücrelerinin çoğalmasına neden olan bir durum söz konusudur.
GENÇLİĞİNDEN BERİ OBEZ OLANLARDA RİSK DAHA FAZLA
Meme kanseri gelişmesinde en önemli etken östrojendir. Kişinin östrojene maruz kaldığı dönemin uzun olması bir risk faktörüdür. Erken yaşlarda adet görmek ve geç menapoza girmek, östrojene maruz kalınan dönemi uzatarak meme kanseri riskini artırır.
Normalde kadınlarda menapoz döneminde östrojenin esas kaynağı olan overler (yumurtalıklar) hormon üretmez. Ancak obez kişilerde durum biraz farklıdır. Yağ dokusu bu dönemde ciddi anlamda östrojen üretir. Kişi ne kadar obezse yağ dokusundan da o kadar fazla ve uzun dönem östrojen salınımı olur. Dolayısıyla vücut aşırı östrojen etkisi altına girer ve bu durum meme kanseri riskini artırır. Bu risk erken yaşlardan (18-50) itibaren obez olan menapoz sonrası kadınlarda daha fazladır. Yani gençliğinden beri obez olan ve obeziteyi menapoz sonrasına da taşıyan kişilerde risk daha fazladır. Bu riskin beyaz (Avrupalı) kadınlarda daha fazla olduğu da yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.
OBEZİTE AMELİYATLARI KANSER RİSKİNİ AZALTIYOR
Son yıllarda bariatrik cerrahinin (obezite ameliyatlarının) obezite ile mücadele önemli bir rol üstlendiğine dikkat çeken Prof. Dr. Koray Topgül, “Yapılan araştırmalar bariatrik cerrahi sonrası kanser riskinin azaldığını ortaya koyuyor. Obezite ile mücadelede yaşam şekli değişikliği, spor ve diyet maalesef çok etkili yöntemler olarak karşımıza çıkmıyor. Bariatrik cerrahide ise kısa sürede ve etkili kilo kaybı sağlıyoruz. Obeziteye bağlı kanser riskini de azaltan bu ameliyatların çok önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Obezite cerrahisi estetik bir cerrahi değildir, obezite hastalığının tedavisi için uygulanır. Günümüzde aşırı şişmanlığın tek radikal tedavi şekli olan bu yöntemle obeziteye bağlı kanser riski de azaltılabilmektedir.” dedi.
20 Aralık 2015 Pazar
Grip Hastaları Ne Yapmalı, Ne Yapmamalı?
Artan grip vakalarına karşı vatandaşları dikkatli olmaları konusunda uyardı. Abdi İbrahim Medikal Direktörlüğü; gribe yakalanan hastalara neler yapmaları gerektiğine yönelik önerilerde bulundu.
İnsan sağlığına yönelik ilaç ve ürünleri, öncü ve yenilikçi yaklaşımlarla tıbbın ve insanlığın hizmetine sunan Abdi İbrahim, artan grip vakalarına karşı hastalara neler yapmaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulundu.
Abdi İbrahim Medikal Direktörlüğü, bulaşıcı bir viral enfeksiyon hastalığı olan gribin soğuk algınlığından daha şiddetli geçtiğini ve ateş, baş, boğaz ve kas ağrıları, burun akıntısı ve öksürüğün aniden başladığını kaydetti. Ayrıca belirtilerin 2-5 günde düzelmeye başlamasına karşın hastanın 1-2 hafta boyunca kendisini bitkin hissedeceği grip vakalarında yapılması gerekenleri de şöyle sıraladı.
1. Bol miktarda sıvı tüketiniz.
Su, meyve suyu, sıcak limon suyu gibi içecekler ateş esnasında kaybedilen sıvının yerine konmasına yardımcı olur.
2. Tavuk suyu çorbası içiniz.
Tavuk suyu çorbası soğuk algınlığı ve grip belirtilerinin azalmasında 2 şekilde yardımcı olur. İlk olarak o bölgedeki ağrıyı, şişkinliği giderir ve ikinci olarak geçici olarak burun içindeki salgının hareketini hızlandırır ve böylece burunda yerleşmiş virüslerin hızlı bir şekilde atılmasını sağlar.
3. İyi dinlenin.
Ateşiniz veya şiddetli öksürüğünüz varsa, mümkünse okula veya işe gitmeyerek evde kalın. Bu şekilde hem daha hızlı iyileşme olanağı sağlanır hem de hastalığın diğer kişilere bulaşması önlenir.
4. Odanızın sıcaklığını ve nemini ayarlayınız.
Odanızı sıcak tutunuz fakat aşırı sıcak olmamasına dikkat edin. Odanızın havası kuru ise, buhar yapın. Bunun için bir miktar suyu orta büyüklükte bir ısıtıcı içerisinde kaynatın. Ateşten aldığınız suyu 2-3 dakika üstü açık şekilde bekletin. Dilerseniz suyun buharını solumak için başınıza bir havlu örtüp buharı 5-10 dakika boyunca direk olarak soluyabilirsiniz. Bu işlem için suya 7-8 damla esansiyel yağ damlatmanız yeterli olacaktır. Ya da suyun üzerini açık bırakarak su buharının odanızın havasını nemlendirmesini ve esansiyel yağın kokusunun odanıza yayılmasını sağlayabilirsiniz.
5. Boğaz gargarası yapınız.
Kaynatılmış ve ılıtılmış 1 çay bardak suyun içine 1 çay kaşığı tuzu atıp karıştırarak eritin ve daha sonra bu suyla boğazınızı gargara yapın. Her kullanım için bu gargarayı taze olarak hazırlayın. Asla bu suyu yutmayın.
6. Ellerinizi yıkayınız.
Soğuk algınlığı ve grip virüslerinin büyük kısmı direk temas ile bulaşır. Grip olan bir kişinin hapşırdıktan sonra elini dokunduğu yerde (telefon, bardak, kalem gibi) virüsler saatlerce yaşayabilir. Bu yüzden ellerinizi sıkça yıkayınız. Lavaboya gidemiyorsanız, alkollü bir mendille ellerinizi temizleyiniz.
7. Alkol ve kahveden uzak durunuz.
Alkol ve kahve sıvı kaybına neden olacağı için kullanılmaması önerilir.
8. Sigara içmeyiniz.
Sigara hastalığın belirtilerini artırabileceği için içilmeyiniz.
9. Hapşırma veya öksürme esnasında ağzınızı elinizle kapatmayınız.
Virüsler hapşırma veya öksürme esnasında etrafa yayılır. Bu yüzden mendil kullanın ve daha sonra hemen atın. Mendiliniz yoksa dirseğinizin iç kısmına öksürebilir veya hapşırabilirsiniz.
10. Hastanın yüzüne dokunmayınız.
Soğuk algınlığı ve grip virüsleri vücudunuza göz, burun veya ağız yoluyla girerler. Bu kişilerin yüzlerine dokunmak hastalığın bulaşmasındaki en önemli noktadır.
Bütün bu önlemlere rağmen, yakınmaların şiddetlenip; örneğin nefes darlığı, balgamlı öksürük, geçmeyen baş ağrısı ve düşmeyen yüksek ateş tablosunun gelişmesi halinde ise “mutlaka bir doktora başvurmak” hem kendi sağlığımız hem de yakınlarımızın sağlığı için büyük önem taşıyor.
İnsan sağlığına yönelik ilaç ve ürünleri, öncü ve yenilikçi yaklaşımlarla tıbbın ve insanlığın hizmetine sunan Abdi İbrahim, artan grip vakalarına karşı hastalara neler yapmaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulundu.
Abdi İbrahim Medikal Direktörlüğü, bulaşıcı bir viral enfeksiyon hastalığı olan gribin soğuk algınlığından daha şiddetli geçtiğini ve ateş, baş, boğaz ve kas ağrıları, burun akıntısı ve öksürüğün aniden başladığını kaydetti. Ayrıca belirtilerin 2-5 günde düzelmeye başlamasına karşın hastanın 1-2 hafta boyunca kendisini bitkin hissedeceği grip vakalarında yapılması gerekenleri de şöyle sıraladı.
1. Bol miktarda sıvı tüketiniz.
Su, meyve suyu, sıcak limon suyu gibi içecekler ateş esnasında kaybedilen sıvının yerine konmasına yardımcı olur.
2. Tavuk suyu çorbası içiniz.
Tavuk suyu çorbası soğuk algınlığı ve grip belirtilerinin azalmasında 2 şekilde yardımcı olur. İlk olarak o bölgedeki ağrıyı, şişkinliği giderir ve ikinci olarak geçici olarak burun içindeki salgının hareketini hızlandırır ve böylece burunda yerleşmiş virüslerin hızlı bir şekilde atılmasını sağlar.
3. İyi dinlenin.
Ateşiniz veya şiddetli öksürüğünüz varsa, mümkünse okula veya işe gitmeyerek evde kalın. Bu şekilde hem daha hızlı iyileşme olanağı sağlanır hem de hastalığın diğer kişilere bulaşması önlenir.
4. Odanızın sıcaklığını ve nemini ayarlayınız.
Odanızı sıcak tutunuz fakat aşırı sıcak olmamasına dikkat edin. Odanızın havası kuru ise, buhar yapın. Bunun için bir miktar suyu orta büyüklükte bir ısıtıcı içerisinde kaynatın. Ateşten aldığınız suyu 2-3 dakika üstü açık şekilde bekletin. Dilerseniz suyun buharını solumak için başınıza bir havlu örtüp buharı 5-10 dakika boyunca direk olarak soluyabilirsiniz. Bu işlem için suya 7-8 damla esansiyel yağ damlatmanız yeterli olacaktır. Ya da suyun üzerini açık bırakarak su buharının odanızın havasını nemlendirmesini ve esansiyel yağın kokusunun odanıza yayılmasını sağlayabilirsiniz.
5. Boğaz gargarası yapınız.
Kaynatılmış ve ılıtılmış 1 çay bardak suyun içine 1 çay kaşığı tuzu atıp karıştırarak eritin ve daha sonra bu suyla boğazınızı gargara yapın. Her kullanım için bu gargarayı taze olarak hazırlayın. Asla bu suyu yutmayın.
6. Ellerinizi yıkayınız.
Soğuk algınlığı ve grip virüslerinin büyük kısmı direk temas ile bulaşır. Grip olan bir kişinin hapşırdıktan sonra elini dokunduğu yerde (telefon, bardak, kalem gibi) virüsler saatlerce yaşayabilir. Bu yüzden ellerinizi sıkça yıkayınız. Lavaboya gidemiyorsanız, alkollü bir mendille ellerinizi temizleyiniz.
7. Alkol ve kahveden uzak durunuz.
Alkol ve kahve sıvı kaybına neden olacağı için kullanılmaması önerilir.
8. Sigara içmeyiniz.
Sigara hastalığın belirtilerini artırabileceği için içilmeyiniz.
9. Hapşırma veya öksürme esnasında ağzınızı elinizle kapatmayınız.
Virüsler hapşırma veya öksürme esnasında etrafa yayılır. Bu yüzden mendil kullanın ve daha sonra hemen atın. Mendiliniz yoksa dirseğinizin iç kısmına öksürebilir veya hapşırabilirsiniz.
10. Hastanın yüzüne dokunmayınız.
Soğuk algınlığı ve grip virüsleri vücudunuza göz, burun veya ağız yoluyla girerler. Bu kişilerin yüzlerine dokunmak hastalığın bulaşmasındaki en önemli noktadır.
Bütün bu önlemlere rağmen, yakınmaların şiddetlenip; örneğin nefes darlığı, balgamlı öksürük, geçmeyen baş ağrısı ve düşmeyen yüksek ateş tablosunun gelişmesi halinde ise “mutlaka bir doktora başvurmak” hem kendi sağlığımız hem de yakınlarımızın sağlığı için büyük önem taşıyor.
17 Aralık 2015 Perşembe
Dengeli beslenme ileri yaşlarda sağlığınızı korur!
Geriatrik dönemde yeterli ve dengeli beslenme; hastalıklardan korunma, sağlığın iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve devamlılığının sağlanması için önem taşır.
KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Rabia Yurdagül ileri yaşlarda sağlığınızı korumak için nasıl beslenmeniz gerektiği konusunda bilgi veriyor!
Yaşlanmaya bağlı olarak gelişen yaşam biçimi değişiklikleri (yalnız yaşama, eşini kaybetme, aileden ya da arkadaşlardan ayrılma, işten ya da evden ayrılma, fiziksel engel veya hareket güçlüğünün olması, yardımcı kişi ve kurumların olmaması, gelir yetersizliği, bağımlılık, sosyal izolasyon, ruhsal problemler-depresyon ve bunama gibi, ilaç kullanımı), fiziksel değişiklikler (vücut ağırlığının azalmaya başlaması, yağsız doku miktarının azalıp yağ dokusunun artması, kemiklerden kalsiyum kaybı ve buna bağlı gelişen düşme ve kırık riskinin artması, eklem esnekliği ve hareketlerindeki kısıtlılık nedeniyle hareketsizliğin artması, vücut su yüzdesinin azalması) ve organ fonksiyonlarındaki değişiklikler (tat ve koku duygusunun, tükürük salgısının azalması, ağız ve diş problemleri, yutmanın güçleşmesi, mide, karaciğer, safra, barsak fonksiyonlarında azalma, bağışıklık sistemi ve sinir sistemi fonksiyonlarında azalma, bazal metabolizma hızında yavaşlama) bireylerin besin tüketimini olumsuz etkiler.
Enerji gereksinimi karbonhidrat ağırlıklı karşılanmalı!
Bu dönemde besin öğesi yetersizliklerine daha sık rastlanır. Yaşlı bireylerin enerji, protein, folat, B12 vitamini, kalsiyum, D vitamini, demir, çinko ve riboflavin gibi bazı besin öğesi tüketimine özellikle dikkat edilmelidir. Bazal metabolik hız ve fiziksel aktivitedeki azalma nedeniyle bu dönemde enerji gereksinimi azalır. Enerji gereksinmesinin çoğunluğu karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Karbonhidrat türü olarak basit şekerler yerine, vücut çalışması için gerekli olan protein, vitamin, mineraller ve posa içeren kompleks karbonhidratlar (tahıllar, baklagiller, sebzeler) seçilmelidir. Özellikle posanın yaşlılarda koruyucu ve tedavi edici etkileri vardır. Geriatrik dönemde büyüme durmuş olmasına karşın vücut fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi, kas kütlesi ve dokuların korunması, immün sistem ve bilişsel fonksiyonlar için gerekli olan besin öğesi protein gereksinimi stres, yaralanma, enfeksiyon, ameliyat ve kırık durumlarında artarken, böbrek ve karaciğer yetersizlikleri durumunda azalır.
Hayvansal protein ve bitkisel protein iyi dengelenmeli!
Biyoyararlılığı yüksek olmasına karşın yüksek yağ ve kolesterol içermesi nedeniyle hayvansal kaynaklı protein (et ve süt grubu besinler) alımı ile bitkisel protein (kurubaklagiller, tahıllar, bazı sebze ve meyveler, yağlı tohumlar) alımı arasındaki denge sağlanmalıdır. Yüksek doymuş ve trans yağ, yüksek kolesterol içeren beslenme tarzı kalp damar hastalıkları için risk faktörüdür. Diyetle alınan doymamış yağ asitleri (özellikle balık ve deniz ürünlerinde, yeşil yapraklı sebzelerde, yağlı tohumlarda bulunan Omega-3 yağ asitleri) kan yağlarının ve damarlarda plak birikiminin azalmasına yardımcıdır, kanın pıhtılaşmasını ve eklemlerdeki iltihaplanmaları engeller, bağışıklık sistemini güçlendirir, yaşa bağlı bilişsel fonksiyonun azalmasına karşı koruyucudur.
Düşük yağlı süt ve süt ürünleri tercih edilmeli!
Yaşlılarda ayrıca beslenmede düşük yağlı süt ve ürünlerini, yağsız et ve ürünlerini sebze ve meyveler ile birlikte tüketmek diğer bir risk faktörü olan kan homosistein düzeyini azaltarak kalp hastalığı riskini önlemeye yardımcıdır. Sebze ve meyveler lif kaynağı olmalarının yanı sıra pek çok vitamin ve mineral içeren besinlerdir.
Vitamin, mineral eksikliği akut ve kronik hastalıkları tetikler!
Yaşlılık döneminde enerji gereksinmesinin azalması, vücut direncinin azalması, hareket kısıtlılığı, kronik hastalıkların görülme sıklığının artması gibi nedenlerle vitamin ve minerallere olan gereksinim artar. Vitamin ve mineral yetersizliği akut ve kronik hastalıkların seyrini etkiler, ağırlaştırarak ölümlere neden olabilir. Bu nedenle kemik ve sağlığının korunması ve devamlılığı için süt ve ürünlerinde bol miktarda bulunan kalsiyumun güneş ışınları aracılığı ile derimizde sentezlenen D vitamini ile birlikte alınması, demir eksikliği oluşmaması için yeterli miktarda hayvansal ve bitkisel demir kaynaklarının tüketilmesi, bu dönemde zayıflamış bağışıklık sistemine karşı yeterli çinkonun alınması, yine hem bağışıklıkta ama özellikle bilişsel fonksiyonlarda önemli olan B12, B6 ve folatın yeterli miktarda alınması, D vitamini sentezi için yeterince güneşlenilmesi, antioksidan özellikleri olan C vitamini, E vitamini ve A vitaminin besinlerle gereksinmeler kadar karşılanabilir olması gerekir.
Yeteri kadar su tüketimi çok önemlidir!
Ayrıca yaşam için elzem öğe olan suyun yeterli miktarda tüketilmesi, sıcak havalarda, fazla fiziksel aktivite yapıldığında, fazla proteinli ve tuzlu besinler tüketildiğinde, ateşli hastalıklarda, ishalde vücuttan kaybedilen sıvının mutlaka yerine konulması gerekir. Besin grupları günlük olarak dengeli bir şekilde beslenme düzeninde yer almalı ve öğünler az ve sık olacak şekilde atlanmadan tüketilmelidir. Bireylerin ihtiyaçlarına, mevcut sağlık durumlarına göre özelleştirilmiş yeterli ve dengeli bir beslenme programı geriatrik dönemde daha kaliteli bir yaşam için elzemdir.
KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Rabia Yurdagül ileri yaşlarda sağlığınızı korumak için nasıl beslenmeniz gerektiği konusunda bilgi veriyor!
Yaşlanmaya bağlı olarak gelişen yaşam biçimi değişiklikleri (yalnız yaşama, eşini kaybetme, aileden ya da arkadaşlardan ayrılma, işten ya da evden ayrılma, fiziksel engel veya hareket güçlüğünün olması, yardımcı kişi ve kurumların olmaması, gelir yetersizliği, bağımlılık, sosyal izolasyon, ruhsal problemler-depresyon ve bunama gibi, ilaç kullanımı), fiziksel değişiklikler (vücut ağırlığının azalmaya başlaması, yağsız doku miktarının azalıp yağ dokusunun artması, kemiklerden kalsiyum kaybı ve buna bağlı gelişen düşme ve kırık riskinin artması, eklem esnekliği ve hareketlerindeki kısıtlılık nedeniyle hareketsizliğin artması, vücut su yüzdesinin azalması) ve organ fonksiyonlarındaki değişiklikler (tat ve koku duygusunun, tükürük salgısının azalması, ağız ve diş problemleri, yutmanın güçleşmesi, mide, karaciğer, safra, barsak fonksiyonlarında azalma, bağışıklık sistemi ve sinir sistemi fonksiyonlarında azalma, bazal metabolizma hızında yavaşlama) bireylerin besin tüketimini olumsuz etkiler.
Enerji gereksinimi karbonhidrat ağırlıklı karşılanmalı!
Bu dönemde besin öğesi yetersizliklerine daha sık rastlanır. Yaşlı bireylerin enerji, protein, folat, B12 vitamini, kalsiyum, D vitamini, demir, çinko ve riboflavin gibi bazı besin öğesi tüketimine özellikle dikkat edilmelidir. Bazal metabolik hız ve fiziksel aktivitedeki azalma nedeniyle bu dönemde enerji gereksinimi azalır. Enerji gereksinmesinin çoğunluğu karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Karbonhidrat türü olarak basit şekerler yerine, vücut çalışması için gerekli olan protein, vitamin, mineraller ve posa içeren kompleks karbonhidratlar (tahıllar, baklagiller, sebzeler) seçilmelidir. Özellikle posanın yaşlılarda koruyucu ve tedavi edici etkileri vardır. Geriatrik dönemde büyüme durmuş olmasına karşın vücut fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi, kas kütlesi ve dokuların korunması, immün sistem ve bilişsel fonksiyonlar için gerekli olan besin öğesi protein gereksinimi stres, yaralanma, enfeksiyon, ameliyat ve kırık durumlarında artarken, böbrek ve karaciğer yetersizlikleri durumunda azalır.
Hayvansal protein ve bitkisel protein iyi dengelenmeli!
Biyoyararlılığı yüksek olmasına karşın yüksek yağ ve kolesterol içermesi nedeniyle hayvansal kaynaklı protein (et ve süt grubu besinler) alımı ile bitkisel protein (kurubaklagiller, tahıllar, bazı sebze ve meyveler, yağlı tohumlar) alımı arasındaki denge sağlanmalıdır. Yüksek doymuş ve trans yağ, yüksek kolesterol içeren beslenme tarzı kalp damar hastalıkları için risk faktörüdür. Diyetle alınan doymamış yağ asitleri (özellikle balık ve deniz ürünlerinde, yeşil yapraklı sebzelerde, yağlı tohumlarda bulunan Omega-3 yağ asitleri) kan yağlarının ve damarlarda plak birikiminin azalmasına yardımcıdır, kanın pıhtılaşmasını ve eklemlerdeki iltihaplanmaları engeller, bağışıklık sistemini güçlendirir, yaşa bağlı bilişsel fonksiyonun azalmasına karşı koruyucudur.
Düşük yağlı süt ve süt ürünleri tercih edilmeli!
Yaşlılarda ayrıca beslenmede düşük yağlı süt ve ürünlerini, yağsız et ve ürünlerini sebze ve meyveler ile birlikte tüketmek diğer bir risk faktörü olan kan homosistein düzeyini azaltarak kalp hastalığı riskini önlemeye yardımcıdır. Sebze ve meyveler lif kaynağı olmalarının yanı sıra pek çok vitamin ve mineral içeren besinlerdir.
Vitamin, mineral eksikliği akut ve kronik hastalıkları tetikler!
Yaşlılık döneminde enerji gereksinmesinin azalması, vücut direncinin azalması, hareket kısıtlılığı, kronik hastalıkların görülme sıklığının artması gibi nedenlerle vitamin ve minerallere olan gereksinim artar. Vitamin ve mineral yetersizliği akut ve kronik hastalıkların seyrini etkiler, ağırlaştırarak ölümlere neden olabilir. Bu nedenle kemik ve sağlığının korunması ve devamlılığı için süt ve ürünlerinde bol miktarda bulunan kalsiyumun güneş ışınları aracılığı ile derimizde sentezlenen D vitamini ile birlikte alınması, demir eksikliği oluşmaması için yeterli miktarda hayvansal ve bitkisel demir kaynaklarının tüketilmesi, bu dönemde zayıflamış bağışıklık sistemine karşı yeterli çinkonun alınması, yine hem bağışıklıkta ama özellikle bilişsel fonksiyonlarda önemli olan B12, B6 ve folatın yeterli miktarda alınması, D vitamini sentezi için yeterince güneşlenilmesi, antioksidan özellikleri olan C vitamini, E vitamini ve A vitaminin besinlerle gereksinmeler kadar karşılanabilir olması gerekir.
Yeteri kadar su tüketimi çok önemlidir!
Ayrıca yaşam için elzem öğe olan suyun yeterli miktarda tüketilmesi, sıcak havalarda, fazla fiziksel aktivite yapıldığında, fazla proteinli ve tuzlu besinler tüketildiğinde, ateşli hastalıklarda, ishalde vücuttan kaybedilen sıvının mutlaka yerine konulması gerekir. Besin grupları günlük olarak dengeli bir şekilde beslenme düzeninde yer almalı ve öğünler az ve sık olacak şekilde atlanmadan tüketilmelidir. Bireylerin ihtiyaçlarına, mevcut sağlık durumlarına göre özelleştirilmiş yeterli ve dengeli bir beslenme programı geriatrik dönemde daha kaliteli bir yaşam için elzemdir.
C vitamini soğuk algınlığı atlatmakta etkili mi?
Dengeli beslenmeyen ve yeterli C vitamini almayan kişilerin soğuk algınlığı geçirme riski ve grip gibi hastalıklara yakalanma riski daha yüksek.
Vitaminlerin ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üzerindeki etkileri yadsınamaz diyor, Diyetisyen Yaşam Koçu Gizem Şeber. Neredeyse her birinin ayrı bir görevi var. Vitamin ve mineral yetersizliklerinde vücut direncinin azaldığı, hastalıklara daha kolay yakalanıldığı ve hastalık süresinin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen gerçekler. C vitamininin bağışıklık sistemi dışında da vücudumuzda önemli görevleri var. Ama bağışıklık sistemi için önemi ayrı.
Doku bütünlüğünü sağlayan kollejenlerin sentezinde görev alması ve vücutta demir mineralinin daha iyi kullanılması görevleri dahi bağışıklık sistemini destekleyen olgular. Bunun dışında antioksidan olması ve vücutta oluşan zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olması nedeniyle hem bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. C vitamini yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlarda kanama kolaylaşabiliyor ve bazı vitamin ve minerallerin vücuttaki yararlı etkileri azalıyor.
Bilenin aksine portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller C vitamini içerseler de, C vitamininin en zengin kaynağı değiller. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamininin en zengin kaynakları. Fakat günlük tüketim miktarları genelde sınırlı olduğundan ötürü günlük gereksinimi karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar. Çilek ve kuşburnu da C vitamini içeriği yüksek olan meyvelerden. Yeşil biber ve kivi diğer en iyi C vitamini kaynakları. Aynı oranda olmasa da bütün sebze ve meyvelerde C vitamini bulunduğunu da hatırlatmak gerek.
1 adet kivi, günlük C vitamini ihtiyacının yaklaşık %80’ini, bir adet portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar.
KİMLER C VİTAMİNİ DESTEĞİ ALMALI?
Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun süreli ve yüksek tempolu egzersiz yapanların C vitamini takviyesi kullanması gerekebilir. Çünkü spordan hemen sonra vücutta serbest radikal –zararlı madde miktarında artış gözleniyor. Sigara içenlerin C vitamini ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla. Çünkü sigara da vücutta zararlı maddelerin artmasına neden oluyor. Fakat bilinçsiz C vitamini takviyesi uzun dönemde böbrek taşı riski yaratabileceğinden ötürü, kişiler C vitamini takviyesi başlamadan önce mutlaka doktorlarına danışmalılar.
SOĞUK ALGINLIĞINDA C VİTAMİNİ KULLANILMALI MI?
Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar hala devam ediyor. Finlandiya’da yapılan bir çalışmada, ek C vitamini almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa da, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlarda gerçekleştiği için, hareketsiz kişilerde sonuç net değil. Diğer çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresini kısaltmaya yardımcı olduğunu ancak hastalığın seyrini değiştirmediği ortaya çıkmış durumda. Günde 1 gram C vitamini alımının olumlu etkileri olabilir. Erkeklerin günlük C vitamini gereksinimi 90 mg, kadınların 75 mg’dır.
GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILADIĞINIZA EMİN OLUN!
C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük C vitamini gereksinmesinin tamamından fazlasını karşılar.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet kivi
2 adet portakal
2 dilim ananas
Hazırlanışı: Bütün meyveleri yıkayın, soyun. Bütün malzemeleri blenderdan geçirin. Her seferinde taze hazırlayın, bekleme C vitamini kaybına yol açar.
Vitaminlerin ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üzerindeki etkileri yadsınamaz diyor, Diyetisyen Yaşam Koçu Gizem Şeber. Neredeyse her birinin ayrı bir görevi var. Vitamin ve mineral yetersizliklerinde vücut direncinin azaldığı, hastalıklara daha kolay yakalanıldığı ve hastalık süresinin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen gerçekler. C vitamininin bağışıklık sistemi dışında da vücudumuzda önemli görevleri var. Ama bağışıklık sistemi için önemi ayrı.
Doku bütünlüğünü sağlayan kollejenlerin sentezinde görev alması ve vücutta demir mineralinin daha iyi kullanılması görevleri dahi bağışıklık sistemini destekleyen olgular. Bunun dışında antioksidan olması ve vücutta oluşan zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olması nedeniyle hem bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. C vitamini yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlarda kanama kolaylaşabiliyor ve bazı vitamin ve minerallerin vücuttaki yararlı etkileri azalıyor.
Bilenin aksine portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller C vitamini içerseler de, C vitamininin en zengin kaynağı değiller. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamininin en zengin kaynakları. Fakat günlük tüketim miktarları genelde sınırlı olduğundan ötürü günlük gereksinimi karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar. Çilek ve kuşburnu da C vitamini içeriği yüksek olan meyvelerden. Yeşil biber ve kivi diğer en iyi C vitamini kaynakları. Aynı oranda olmasa da bütün sebze ve meyvelerde C vitamini bulunduğunu da hatırlatmak gerek.
1 adet kivi, günlük C vitamini ihtiyacının yaklaşık %80’ini, bir adet portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar.
KİMLER C VİTAMİNİ DESTEĞİ ALMALI?
Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun süreli ve yüksek tempolu egzersiz yapanların C vitamini takviyesi kullanması gerekebilir. Çünkü spordan hemen sonra vücutta serbest radikal –zararlı madde miktarında artış gözleniyor. Sigara içenlerin C vitamini ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla. Çünkü sigara da vücutta zararlı maddelerin artmasına neden oluyor. Fakat bilinçsiz C vitamini takviyesi uzun dönemde böbrek taşı riski yaratabileceğinden ötürü, kişiler C vitamini takviyesi başlamadan önce mutlaka doktorlarına danışmalılar.
SOĞUK ALGINLIĞINDA C VİTAMİNİ KULLANILMALI MI?
Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar hala devam ediyor. Finlandiya’da yapılan bir çalışmada, ek C vitamini almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa da, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlarda gerçekleştiği için, hareketsiz kişilerde sonuç net değil. Diğer çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresini kısaltmaya yardımcı olduğunu ancak hastalığın seyrini değiştirmediği ortaya çıkmış durumda. Günde 1 gram C vitamini alımının olumlu etkileri olabilir. Erkeklerin günlük C vitamini gereksinimi 90 mg, kadınların 75 mg’dır.
GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILADIĞINIZA EMİN OLUN!
C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük C vitamini gereksinmesinin tamamından fazlasını karşılar.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet kivi
2 adet portakal
2 dilim ananas
Hazırlanışı: Bütün meyveleri yıkayın, soyun. Bütün malzemeleri blenderdan geçirin. Her seferinde taze hazırlayın, bekleme C vitamini kaybına yol açar.
Yalan söylediğini nasıl anlarım?
Ona dün gece ne yaptığını sorduğunuzda cümlesine ‘Dün gece ne mi yaptım?’ diye başlıyorsa o zaman büyük ihtimalle sizden bir şeyler saklıyor demektir. İşte partnerinizin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için dikkat etmeniz gereken noktalar…
Mum ışığı eşliğinde bir yemek… Romantik bir gece… Her şey mükemmel… Peki, karşınızdaki size bazı konularda yalan söylüyor olabilir mi? İşte yalan söyleyenlerin ortak davranışları…
Göz temasından kaçınıyor
Uzmanlar bacak sallamanın ya da el titremesinin heyecanlı bir ruh halinin göstergesi olduğunu belirterek şunları söylüyor; “Gözlerinizin içine bakmadan konuştuğu şeyleri bir kenara not alın.”
Bir erkek sadece utangaç bir mizaca sahip olduğu için de konuşurken gözlerinize bakamıyor olabilir. Fakat genelde yalan söyleyen insanların bu tür bir göz temasından kaçındığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Kendisinden bahsetmek istemiyor
Birçok erkek, özellikle de karşısındaki kadını etkilemek istiyorsa kendisinden konuşmaya bayılır. Uzmanlar kendisine sorulan sorulara soruyla karşılık veriyorsa birlikte olduğunuz erkeğin sizden bir şeyler sakladığı konusunda hemfikir.
Programı her zaman o yapıyor
Nerede yemek yiyeceğinize, ne zaman ve nerede buluşacağınıza hep o karar veriyor. Dolayısıyla her zaman oyunu yönlendiren, ilişkinin kontrolünü eline alan kişi o oluyor. Size herhangi bir konuda yalan söylüyorsa buluşmalardaki her türlü detaya kendi karar verdiği için size her zaman hazırlıklı yakalanıyor.
Mum ışığı eşliğinde bir yemek… Romantik bir gece… Her şey mükemmel… Peki, karşınızdaki size bazı konularda yalan söylüyor olabilir mi? İşte yalan söyleyenlerin ortak davranışları…
Göz temasından kaçınıyor
Uzmanlar bacak sallamanın ya da el titremesinin heyecanlı bir ruh halinin göstergesi olduğunu belirterek şunları söylüyor; “Gözlerinizin içine bakmadan konuştuğu şeyleri bir kenara not alın.”
Bir erkek sadece utangaç bir mizaca sahip olduğu için de konuşurken gözlerinize bakamıyor olabilir. Fakat genelde yalan söyleyen insanların bu tür bir göz temasından kaçındığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Kendisinden bahsetmek istemiyor
Birçok erkek, özellikle de karşısındaki kadını etkilemek istiyorsa kendisinden konuşmaya bayılır. Uzmanlar kendisine sorulan sorulara soruyla karşılık veriyorsa birlikte olduğunuz erkeğin sizden bir şeyler sakladığı konusunda hemfikir.
Programı her zaman o yapıyor
Nerede yemek yiyeceğinize, ne zaman ve nerede buluşacağınıza hep o karar veriyor. Dolayısıyla her zaman oyunu yönlendiren, ilişkinin kontrolünü eline alan kişi o oluyor. Size herhangi bir konuda yalan söylüyorsa buluşmalardaki her türlü detaya kendi karar verdiği için size her zaman hazırlıklı yakalanıyor.
15 Aralık 2015 Salı
Çocuğunuzun yürüyüşündeki aksama ne demek?
Daha çok erkek çocuklarında görülen Perthes hastalığı genellikle aksama, topallama gibi şikayetlerle ortaya çıkar. Genellikle 4 – 10 yaş arasında görülen Perthes hastalığı ne kadar erken teşhis edilirse, tedavisi o kadar başarılı yapılabilir.
Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı hakkında en çok merak edilen soruları cevaplandırıyor.
Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin önemli hastalıklarından birisidir. Perthes Hastalığı, femur başı dediğimiz uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz dediğimiz kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumu ile giden bir süreç içerisinde seyreder.
Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!
Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı sıklıkla 4 - 10 yaş arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülür. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmaz dediğimiz yapıda çocuklardır.
Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, sıklıkla aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları zaman zaman şiddetlenir, zaman zaman hafifler. Perthes hastalarının muayenelerinde eklem hareketleri kısıtlı olup eklem hareketleri sırasında çocuk ağrıdan şikayet edebilir. İleri olgularda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilir.
Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük kısmında MR veya tomografiye ihtiyaç duyulmaz. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi durumunda MR tetkikine ihtiyaç duyulabilmektedir.
Erken yaşta teşhis Perthes hastalığı tedavisinde çok önemli!
Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bir kısmı ya da tamamında nekroz dediğimiz kemik ölümü görülür. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı sağlanır. Bu yeniden yapım sürecinde kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğu için atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bu nedenle tedavide femur başını asetabulum dediğimiz kalça eklemini yuva kısmının içinde tutulması amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.
Perthes hastalığının tedavisinde ana amaç eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Özellikle ağrılı dönemlerde istirahat ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilir. Perthes hastalığının süreci 2 - 2.5 yıl kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına mümkün oldukça engel olunmalıdır. Bununla beraber çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.
Femur başı topunu yuvada tutmak için bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bir takım ortezler kullanılması ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafından kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 - 2.5 yıl) çocukların alçı veya ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bu nedenle bir çok ortopedist gerekli olgularda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini sağlamak için asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.
Perthes hastalığının seyri nasıl olmaktadır? Sekel kalmakta mıdır?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların önemli bir kısmı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil bozukluğu görülür.
Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı hakkında en çok merak edilen soruları cevaplandırıyor.
Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin önemli hastalıklarından birisidir. Perthes Hastalığı, femur başı dediğimiz uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz dediğimiz kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumu ile giden bir süreç içerisinde seyreder.
Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!
Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı sıklıkla 4 - 10 yaş arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülür. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmaz dediğimiz yapıda çocuklardır.
Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, sıklıkla aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları zaman zaman şiddetlenir, zaman zaman hafifler. Perthes hastalarının muayenelerinde eklem hareketleri kısıtlı olup eklem hareketleri sırasında çocuk ağrıdan şikayet edebilir. İleri olgularda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilir.
Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük kısmında MR veya tomografiye ihtiyaç duyulmaz. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi durumunda MR tetkikine ihtiyaç duyulabilmektedir.
Erken yaşta teşhis Perthes hastalığı tedavisinde çok önemli!
Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bir kısmı ya da tamamında nekroz dediğimiz kemik ölümü görülür. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı sağlanır. Bu yeniden yapım sürecinde kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğu için atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bu nedenle tedavide femur başını asetabulum dediğimiz kalça eklemini yuva kısmının içinde tutulması amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.
Perthes hastalığının tedavisinde ana amaç eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Özellikle ağrılı dönemlerde istirahat ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilir. Perthes hastalığının süreci 2 - 2.5 yıl kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına mümkün oldukça engel olunmalıdır. Bununla beraber çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.
Femur başı topunu yuvada tutmak için bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bir takım ortezler kullanılması ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafından kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 - 2.5 yıl) çocukların alçı veya ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bu nedenle bir çok ortopedist gerekli olgularda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini sağlamak için asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.
Perthes hastalığının seyri nasıl olmaktadır? Sekel kalmakta mıdır?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların önemli bir kısmı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil bozukluğu görülür.
8 Aralık 2015 Salı
Her iki dakikada bir kadın rahim kanserinden ölüyor
Kadınlarda en çok görülen kanser türlerinden biri rahim ağzı kanseridir. Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut rahim ağzı kanseri ile ilgili en çok merak edilen 10 soruyu yanıtladı.
1. Rahim ağzı kanseri nedir?
Kadın rahmi (uterus) iki ana parçadan oluşur. Corpus dediğimiz ana gövde serviks dediğimiz rahim ağzı kısmı. Kadın rahmini armuda benzetirsek armudun üst kısmı yuvarlak kısmı corpus, armudun sapına doğru olan uç kısmı da serviks dediğimiz bölümdür. Rahim ağzı olarak adlandırdığımız kısım aynı zamanda doğum esnasında genişleyerek bebeğin doğumunu sağlayan bölgedir. İşte bu kısımda ki hücrelerin anormal ve istenmeyen şekilde çoğalması rahim ağzı kanserine neden olur.
2. Rahim ağzı kanseri çok sık mı gözlenir?
Dünyada kadınlarda kanserden ölümün ikinci sık nedenidir. Her yıl 500.000 kadına rahim ağzı kanseri tanısı konmaktadır ve bu kadınların yarısından çoğu tedavi edilemedikleri için ölmektedir. Başka bir deyişle dünyada iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir.
3. Rahim ağzı kanseri bizim ülkemizde de sık mı gözlenir?
Rahim ağzı kanseri dünya üzerinde gelişmekte olan ülkelerde daha sık gözlenmektedir. Ülkemizde bir yılda beklenen vaka sayısı yaklaşık 1.500 kadındır ve maalesef bunların 750’si bu nedenle yaşamlarını yitirmektedir.
4. Rahim ağzı kanserinde etken nedir?
Bazı bilinen örneklerle bunu açıklayalım. Örneğin sigara %10 oranında akciğer kanserine neden olur. Hepatit virüsü dediğimiz sarılık mikrobu %5 oranında karaciğer kanserine neden olur. Rahim ağzı kanserine neden olan da Human Papilloma Virüs (HPV) dediğimiz bir virüstür.
5. Bu kansere neden olan bir virüs olduğuna göre grip gibi mi bulaşır?
HPV enfeksiyonu kolayca bulaşır. En önemli bulaşma yolu cinsel ilişkidir. İlk cinsel ilişkiden hemen sonra bulaştığı saptanır. Ancak %15 oranında da hiç cinsel ilişkiye girmemiş bakire kızlarda da saptanmıştır. Bu yüzden cilt ve ağız teması ile de bulaştığı bilinmektedir.
6. Bu kanserden korunmak ya da bunu önlemek mümkün müdür?
Evet. İki yolla bu mümkündür. Aşılama ve tarama. HPV virüsüne karşı geliştirilen aşı ile bu ölümcül kanserden korunmak mümkündür. Aynı zamanda PAP smear dediğimiz rahim ağzı kanser tarama testlerini belli aralıklarda mutlaka yaptırmak gerekir.
7. Aşı rahim ağzına mı yapılmaktadır?
Aşı tüm diğer aşılar gibi koldan yapılmaktadır. Kolun üst kısmına kas içine enjekte edilir.
8. Aşılama için özel bir zaman ya da gün var mıdır?
Aşılama için aç, tok ya da adetli adetsiz dönem gibi herhangi bir belirleyici zaman yoktur. Her zaman yapılabilir.
9. Aşı nerden temin edilir?
Aşı için herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurmak yeterlidir. Başvurulan sağlık kuruluşunda aşı yapılacaktır. Eğer aşı depolarında yok ise sizi aşı olabileceğiniz bir merkeze yönlendireceklerdir.
10. Rahim ağzı kanserine yakalanan bir kişi aşı olursa ölümden kurtulur mu?
Aşı kanser tedavisi değildir. Bu kansere yakalanıldığı zaman uzun süren büyük bir operasyonun ardından ve hekimin takibine göre kemoterapi dediğimiz ilaç tedavisi ya da radyoterapi dediğimiz ışın tedavisi olmak gerekir. Aşı ise kansere neden olan virüsün bize bulaşmasını engellemek için olan koruyucu bir tedbirdir.
1. Rahim ağzı kanseri nedir?
Kadın rahmi (uterus) iki ana parçadan oluşur. Corpus dediğimiz ana gövde serviks dediğimiz rahim ağzı kısmı. Kadın rahmini armuda benzetirsek armudun üst kısmı yuvarlak kısmı corpus, armudun sapına doğru olan uç kısmı da serviks dediğimiz bölümdür. Rahim ağzı olarak adlandırdığımız kısım aynı zamanda doğum esnasında genişleyerek bebeğin doğumunu sağlayan bölgedir. İşte bu kısımda ki hücrelerin anormal ve istenmeyen şekilde çoğalması rahim ağzı kanserine neden olur.
2. Rahim ağzı kanseri çok sık mı gözlenir?
Dünyada kadınlarda kanserden ölümün ikinci sık nedenidir. Her yıl 500.000 kadına rahim ağzı kanseri tanısı konmaktadır ve bu kadınların yarısından çoğu tedavi edilemedikleri için ölmektedir. Başka bir deyişle dünyada iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir.
3. Rahim ağzı kanseri bizim ülkemizde de sık mı gözlenir?
Rahim ağzı kanseri dünya üzerinde gelişmekte olan ülkelerde daha sık gözlenmektedir. Ülkemizde bir yılda beklenen vaka sayısı yaklaşık 1.500 kadındır ve maalesef bunların 750’si bu nedenle yaşamlarını yitirmektedir.
4. Rahim ağzı kanserinde etken nedir?
Bazı bilinen örneklerle bunu açıklayalım. Örneğin sigara %10 oranında akciğer kanserine neden olur. Hepatit virüsü dediğimiz sarılık mikrobu %5 oranında karaciğer kanserine neden olur. Rahim ağzı kanserine neden olan da Human Papilloma Virüs (HPV) dediğimiz bir virüstür.
5. Bu kansere neden olan bir virüs olduğuna göre grip gibi mi bulaşır?
HPV enfeksiyonu kolayca bulaşır. En önemli bulaşma yolu cinsel ilişkidir. İlk cinsel ilişkiden hemen sonra bulaştığı saptanır. Ancak %15 oranında da hiç cinsel ilişkiye girmemiş bakire kızlarda da saptanmıştır. Bu yüzden cilt ve ağız teması ile de bulaştığı bilinmektedir.
6. Bu kanserden korunmak ya da bunu önlemek mümkün müdür?
Evet. İki yolla bu mümkündür. Aşılama ve tarama. HPV virüsüne karşı geliştirilen aşı ile bu ölümcül kanserden korunmak mümkündür. Aynı zamanda PAP smear dediğimiz rahim ağzı kanser tarama testlerini belli aralıklarda mutlaka yaptırmak gerekir.
Op. Dr. Yasemin Yakut |
7. Aşı rahim ağzına mı yapılmaktadır?
Aşı tüm diğer aşılar gibi koldan yapılmaktadır. Kolun üst kısmına kas içine enjekte edilir.
8. Aşılama için özel bir zaman ya da gün var mıdır?
Aşılama için aç, tok ya da adetli adetsiz dönem gibi herhangi bir belirleyici zaman yoktur. Her zaman yapılabilir.
9. Aşı nerden temin edilir?
Aşı için herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurmak yeterlidir. Başvurulan sağlık kuruluşunda aşı yapılacaktır. Eğer aşı depolarında yok ise sizi aşı olabileceğiniz bir merkeze yönlendireceklerdir.
10. Rahim ağzı kanserine yakalanan bir kişi aşı olursa ölümden kurtulur mu?
Aşı kanser tedavisi değildir. Bu kansere yakalanıldığı zaman uzun süren büyük bir operasyonun ardından ve hekimin takibine göre kemoterapi dediğimiz ilaç tedavisi ya da radyoterapi dediğimiz ışın tedavisi olmak gerekir. Aşı ise kansere neden olan virüsün bize bulaşmasını engellemek için olan koruyucu bir tedbirdir.
5 Aralık 2015 Cumartesi
Hızla Kilo Veren Vücutta Neler Oluyor?
Yaz tatili heyecanı yaşayanlar, düğün hazırlığı yapanlar, kışın aldığı kiloları vermek isteyenler en hızlı kilo verdiren diyet listesi arayışındalar. Ancak kilo vermek uğruna sağlığımızdan olmak da var…
Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, özellikle kısa sürede fit görünüme kavuşmak için uygulanan diyetlerin; kansızlıktan saç dökülmesine, tansiyon düşüklüğünden adet düzensizliğine kadar pek çok ciddi soruna yol açabileceğini belirtiyor.
Sabah kibrit kutusu kadar peynir ye kilometrelerce yürü ya da koş; öğlen yağsız küçük bir salata ye saatlerce spor salonunda kal; akşam hiçbir şey yeme koşu bandında koş… Böyle bir program belki size çok kısa sürede çok kilo verdirir. Peki ya sonrası? Kilo verirken ruh ve beden sağlığının korunması gerektiğine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, işin sırrının metabolizmayı hızlandıran dengeli bir beslenme programı ve bunu destekleyen bir spor planı olduğunu söylüyor. Aksi takdirde vücut olumsuz etkileniyor, hatta sağlık elden gidiyor...
Hızla Kilo Veren Vücutta Neler Oluyor?
Bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetleri; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk ve kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi gibi pek çok sağlık sorununa neden olabiliyor. Banu Kazanç’a göre; zayıflama ve kilo kontrolü ancak dengeli bir beslenme programı ile sürdürülebilir. Kısa sürede kilo kaybettireceği söylenen karışımlar; diüretik (idrar söktürücü), laksatif (bağırsak boşaltıcı) özellik taşıyor. Bunun sonucunda da tartı, düşük kiloları göstermesine rağmen kaybedilen, “yağ” değil, “su” oluyor. Diyeti uygulayan kişi vücudundan su ile birlikte mineralleri de kaybediyor. Örneğin kaybedilen sodyum/potasyum dengesinin bozulmasına, kalp kasının olumsuz etkilenmesine neden olur.
Düşük kalori alımı sonucunda vücudun direnci düşer, kas kaybına uğrar, yüksek protein diyetleri (Ketoz gibi) böbrek fonksiyonlarına zarar verebilir, ani şeker ve tansiyon düşmesi gibi sorunlar yaşanması ise ölümlere varan sağlık sorunlarına yol açabilir. Kişilerin bilinçsizce, kulaktan dolma bilgilerle yaptıkları diyetler veya dostlarının uyguladığı diyetleri kendilerine uygulaması sonucu; defalarca kilo alıp vermeler metabolizmayı yavaşlatıyor. Bu da verilen kilolardan daha da fazlasının alınmasına neden oluyor.
Hızlı kilo vermek fiziksel görüntüde olumsuzluklara yol açar; yüzde çöküntü, vücutta sarkma gibi... Yine gençlerin kilo kaybını ciddi olarak takıntı haline getirmeleri ise yeme bozukluğu olarak tanımlanan (Anoreksiya Nevroza veya Bulumia’ya) ciddi psikolojik sorunlara yol açıyor. Ayrıca aşırı kilolu insanların yeterli karbonhidrat, protein, yağ vitamin ve minerallerden yoksun, düşük kalori beslenme eşliğinde, ağır egzersizler yapmaları ise sağlık adına çok ciddi riskler içeriyor. Banu Kazanç, özellikle ailesinde kalple ilgili şikayetleri olanların, bu tür risklere girmelerini hiç doğru bulmuyor.
Banu Kazanç, hızlı ve kolay kilo vermenin bir yolu olmadığını, ancak kişiye uygun bir beslenme programının profesyonel bir yardımla düzenlenmesi ile kilo vermenin mümkün olduğunu belirtiyor. Bunu için de öncelikle kiloya neden olan arka plandaki sağlık sorununu veya ilaç kullanımıyla ilişkili problemi anlayıp çözmek gerekiyor. Bu durum dikkate alınmadan bazı geçici başarılar sağlansa bile etkili ve kalıcı sonuçlar hiç bir zaman elde edilemiyor. Kilo vermek bir süreçtir, zaman ister, emek ister, sabır ister, disiplin ve kararlılık gerektirir. Bir iki kilo fazlası olanlar değil ama çok kilolu olanlar bunu göze almalı…
Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, özellikle kısa sürede fit görünüme kavuşmak için uygulanan diyetlerin; kansızlıktan saç dökülmesine, tansiyon düşüklüğünden adet düzensizliğine kadar pek çok ciddi soruna yol açabileceğini belirtiyor.
Sabah kibrit kutusu kadar peynir ye kilometrelerce yürü ya da koş; öğlen yağsız küçük bir salata ye saatlerce spor salonunda kal; akşam hiçbir şey yeme koşu bandında koş… Böyle bir program belki size çok kısa sürede çok kilo verdirir. Peki ya sonrası? Kilo verirken ruh ve beden sağlığının korunması gerektiğine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, işin sırrının metabolizmayı hızlandıran dengeli bir beslenme programı ve bunu destekleyen bir spor planı olduğunu söylüyor. Aksi takdirde vücut olumsuz etkileniyor, hatta sağlık elden gidiyor...
Hızla Kilo Veren Vücutta Neler Oluyor?
Bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetleri; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk ve kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi gibi pek çok sağlık sorununa neden olabiliyor. Banu Kazanç’a göre; zayıflama ve kilo kontrolü ancak dengeli bir beslenme programı ile sürdürülebilir. Kısa sürede kilo kaybettireceği söylenen karışımlar; diüretik (idrar söktürücü), laksatif (bağırsak boşaltıcı) özellik taşıyor. Bunun sonucunda da tartı, düşük kiloları göstermesine rağmen kaybedilen, “yağ” değil, “su” oluyor. Diyeti uygulayan kişi vücudundan su ile birlikte mineralleri de kaybediyor. Örneğin kaybedilen sodyum/potasyum dengesinin bozulmasına, kalp kasının olumsuz etkilenmesine neden olur.
Düşük kalori alımı sonucunda vücudun direnci düşer, kas kaybına uğrar, yüksek protein diyetleri (Ketoz gibi) böbrek fonksiyonlarına zarar verebilir, ani şeker ve tansiyon düşmesi gibi sorunlar yaşanması ise ölümlere varan sağlık sorunlarına yol açabilir. Kişilerin bilinçsizce, kulaktan dolma bilgilerle yaptıkları diyetler veya dostlarının uyguladığı diyetleri kendilerine uygulaması sonucu; defalarca kilo alıp vermeler metabolizmayı yavaşlatıyor. Bu da verilen kilolardan daha da fazlasının alınmasına neden oluyor.
Hızlı kilo vermek fiziksel görüntüde olumsuzluklara yol açar; yüzde çöküntü, vücutta sarkma gibi... Yine gençlerin kilo kaybını ciddi olarak takıntı haline getirmeleri ise yeme bozukluğu olarak tanımlanan (Anoreksiya Nevroza veya Bulumia’ya) ciddi psikolojik sorunlara yol açıyor. Ayrıca aşırı kilolu insanların yeterli karbonhidrat, protein, yağ vitamin ve minerallerden yoksun, düşük kalori beslenme eşliğinde, ağır egzersizler yapmaları ise sağlık adına çok ciddi riskler içeriyor. Banu Kazanç, özellikle ailesinde kalple ilgili şikayetleri olanların, bu tür risklere girmelerini hiç doğru bulmuyor.
Banu Kazanç, hızlı ve kolay kilo vermenin bir yolu olmadığını, ancak kişiye uygun bir beslenme programının profesyonel bir yardımla düzenlenmesi ile kilo vermenin mümkün olduğunu belirtiyor. Bunu için de öncelikle kiloya neden olan arka plandaki sağlık sorununu veya ilaç kullanımıyla ilişkili problemi anlayıp çözmek gerekiyor. Bu durum dikkate alınmadan bazı geçici başarılar sağlansa bile etkili ve kalıcı sonuçlar hiç bir zaman elde edilemiyor. Kilo vermek bir süreçtir, zaman ister, emek ister, sabır ister, disiplin ve kararlılık gerektirir. Bir iki kilo fazlası olanlar değil ama çok kilolu olanlar bunu göze almalı…
Daha Rahat Bir Adet Dönemi İçin Bunlara Dikkat
Kadınların adet görme döneminde hormon değişimleri nedeniyle yaşanan sinir, aşırı hassaslık gibi duygusal etkilere bir de adet ağrısı eklenebiliyor bu da kadının hayat kalitesini düşürüyor. Öyle ki bu sıkıntılı dönemleri anlatmak için kullanılan "Mazeretim var, asabiyim" ifadesi neredeyse herkes tarafından kanıksandı.
Kadınların, hayatını kâbusa çevirebilen adet sancısından doğru tedavi ile kurtulabileceğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli, ağrılı âdetin 2 tipi olduğunu belirterek "Ağrılı adet görmenin, 20 yaşından küçük kadınlarda görülen tipi her 100 kadından 75'ini etkiliyor" dedi. Düşük yağlı vejetaryen diyetin adet ağrısını azalttığını söyleyen Op. Dr. Ceydeli, Vitamin E ve egzersizin de olumlu sonuçlarından bahsetti.
Kadınlar için en "sancılı" dönemlerden biri olan ağrılı adet görme pek çok kadının ortak sorunu. Karnın alt kısmında kramp hissiyle birlikte başlayan ağrılı adet görme (dismenore), bu duruma eşlik eden ya da öncesinde ortaya çıkan baş ağrısı, çarpıntı, mide bulantısı, kusma ve ishal gibi belirtilerle kendini gösterebiliyor. Ağrılı âdetin iki tipi olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli "Birincil olan primer tipi, ilk adetle başlıyor ve buna genellikle herhangi bir hastalık eşlik etmiyor. Sekonder denilen ikincil tip ağrılı adet ise ilerleyen zamanlarda ortaya çıkıyor ve bu kez genellikle altta yatan başka sorunlar da gündeme geliyor" dedi.
Adet ağrısı genelde aileden geliyor
Bilimsel çalışmalara göre kanamanın süresi, miktarı ve erken menopoz ile ağrılı adet görme arasında bir ilişki olduğunu anlatan Op. Dr. Nuri Ceydeli, "Ancak sadece bu değil, aile hikâyesi de sorunun görülme olasılığını artırıyor. Öyle ki, anne ve kız kardeşte ağrılı adet kanaması olmuşsa, bu diğer kız kardeşlerde de riski artıran bir faktör olarak değerlendiriliyor" diye konuştu.
Birincil tipte ağrının karnın alt kısmında ve adetle birlikte başladığını söyleyen Op. Dr. Ceydeli, "Bu senaryoda ağrı yoğundur, arka taraf ve bacaklara da vurabilir. Ortalama 12-72 saat içinde azalır. Adet döneminin dışında ağrı olmaz" dedi. Teşhisin genellikle detaylı hikaye ve muayene sonrası konduğunu dile getiren Op. Dr. Ceydeli, "Tedavide, standart olarak çeşitli ağrı kesici ilaçlar adetten bir gün önce kullanılmaya başlanıyor. Eğer bir ilaç etkisiz kalırsa başka bir ilaca geçmek faydalı olabilir. Bu ilaçlara aşırı duyarlılık söz konusu ise kullanırken dikkat etmek gerekiyor. Çünkü örneğin, kronik ülseri veya barsak hastalıkları, kronik böbrek hastalıkları olanlarda kullanılmamalıdır" diye konuştu.
Düşük yağlı vejeteryan diyet ağrıyı azaltıyor
Op. Dr. Ceydeli tedavi planının ağrılı adet görmenin tipine göre farklılık gösterdiğine dikkat çekerek "Birincil tipte tedavi ağrının dindirilmesine yönelikken, ikincil tipte ise ağrıya neden olan sebeplerin tespitine ve giderilmesine yönelik bir süreç söz konusudur" dedi. Birincil tip ağrılı adet kanamasının tedavisinde, ağrı kesiciler dışında doğum kontrol hapları da yaygın olarak kullanıldığını belirten Ceydeli, "Rakamlar, hastaların yüzde 90'ının bu tedaviden fayda gördüğünü ortaya koyuyor" diye konuştu. Bir diğer tedavi seçeneğinin ise hormonlu spiral olduğunu belirten Op. Dr. Ceydeli, "Analjezikler kadar etkili olmasa da TENS (cilt altı elektriksel sinir uyarımı) de bir yöntemdir ama ağrı giderici ilaçlar kadar etkili değildir. Çeşitli diyet ve vitamin terapileri de gündemde. Örneğin, düşük yağlı vejetaryen diyet, adet ağrısını azaltıyor. Vitamin E ve egzersizden de hastaların faydalandığını görüyoruz." Şeklinde konuştu.
Sonradan ortaya çıkan adet sancılarının tedavisi için sorun tespit edilmeli
İkincil tip yani daha sonradan ortaya çıkan ağrılı adet kanamalarında özellikle çeşitli ağrı kesiciler ya da doğum kontrol haplarının etkili olmadığının altını çizen Op. Dr. Ceydeli, "Çünkü burada altta yatan başka sebepler var ve araştırıp ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu sebepler arasında; rahim ağzında darlık, rahim içi dokunun farklı lokasyonlarda bulunması, karın içi enfeksiyon, karın içinde organlarının normalden fazla kanlanması sayılabilir" dedi. Bu sorunların tedavisi konusunda bilgiler veren Op. Dr. Ceydeli, "Rahim ağzı kanalı ileri derecede daraldığında adet kan akımı zorlaşıyor ve adet döneminde rahim içi basıncı artıyor. Böylece tüplerden geriye doğru kan akımı oluyor. Bu darlık doğuştan olabileceği gibi daha sonradan da gelişebiliyor. Tedavide ise bu kanal genişletiliyor" diye konuştu.
Daha Rahat Bir Adet Dönemi İçin Bunlara Dikkat
• Hastalığınız konusunda bilgilenin.
• Adetten bir gün önce ağrı kesici kullanabilirsiniz ancak mutlaka doktorunuza danışın.
• Adet süresi boyunca hafif gıdalarla beslenmeye özen gösterin.
• Ayaklarınızı sıcak tutun ve ılık duş alın.
• Hafif spor aktivitelerinden çekinmeyin.
• Stresten ve sigaradan uzak durun. Bu konuda gerekirse profesyonel destek alın.
Kadınların, hayatını kâbusa çevirebilen adet sancısından doğru tedavi ile kurtulabileceğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli, ağrılı âdetin 2 tipi olduğunu belirterek "Ağrılı adet görmenin, 20 yaşından küçük kadınlarda görülen tipi her 100 kadından 75'ini etkiliyor" dedi. Düşük yağlı vejetaryen diyetin adet ağrısını azalttığını söyleyen Op. Dr. Ceydeli, Vitamin E ve egzersizin de olumlu sonuçlarından bahsetti.
Kadınlar için en "sancılı" dönemlerden biri olan ağrılı adet görme pek çok kadının ortak sorunu. Karnın alt kısmında kramp hissiyle birlikte başlayan ağrılı adet görme (dismenore), bu duruma eşlik eden ya da öncesinde ortaya çıkan baş ağrısı, çarpıntı, mide bulantısı, kusma ve ishal gibi belirtilerle kendini gösterebiliyor. Ağrılı âdetin iki tipi olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli "Birincil olan primer tipi, ilk adetle başlıyor ve buna genellikle herhangi bir hastalık eşlik etmiyor. Sekonder denilen ikincil tip ağrılı adet ise ilerleyen zamanlarda ortaya çıkıyor ve bu kez genellikle altta yatan başka sorunlar da gündeme geliyor" dedi.
Adet ağrısı genelde aileden geliyor
Bilimsel çalışmalara göre kanamanın süresi, miktarı ve erken menopoz ile ağrılı adet görme arasında bir ilişki olduğunu anlatan Op. Dr. Nuri Ceydeli, "Ancak sadece bu değil, aile hikâyesi de sorunun görülme olasılığını artırıyor. Öyle ki, anne ve kız kardeşte ağrılı adet kanaması olmuşsa, bu diğer kız kardeşlerde de riski artıran bir faktör olarak değerlendiriliyor" diye konuştu.
Birincil tipte ağrının karnın alt kısmında ve adetle birlikte başladığını söyleyen Op. Dr. Ceydeli, "Bu senaryoda ağrı yoğundur, arka taraf ve bacaklara da vurabilir. Ortalama 12-72 saat içinde azalır. Adet döneminin dışında ağrı olmaz" dedi. Teşhisin genellikle detaylı hikaye ve muayene sonrası konduğunu dile getiren Op. Dr. Ceydeli, "Tedavide, standart olarak çeşitli ağrı kesici ilaçlar adetten bir gün önce kullanılmaya başlanıyor. Eğer bir ilaç etkisiz kalırsa başka bir ilaca geçmek faydalı olabilir. Bu ilaçlara aşırı duyarlılık söz konusu ise kullanırken dikkat etmek gerekiyor. Çünkü örneğin, kronik ülseri veya barsak hastalıkları, kronik böbrek hastalıkları olanlarda kullanılmamalıdır" diye konuştu.
Düşük yağlı vejeteryan diyet ağrıyı azaltıyor
Op. Dr. Ceydeli tedavi planının ağrılı adet görmenin tipine göre farklılık gösterdiğine dikkat çekerek "Birincil tipte tedavi ağrının dindirilmesine yönelikken, ikincil tipte ise ağrıya neden olan sebeplerin tespitine ve giderilmesine yönelik bir süreç söz konusudur" dedi. Birincil tip ağrılı adet kanamasının tedavisinde, ağrı kesiciler dışında doğum kontrol hapları da yaygın olarak kullanıldığını belirten Ceydeli, "Rakamlar, hastaların yüzde 90'ının bu tedaviden fayda gördüğünü ortaya koyuyor" diye konuştu. Bir diğer tedavi seçeneğinin ise hormonlu spiral olduğunu belirten Op. Dr. Ceydeli, "Analjezikler kadar etkili olmasa da TENS (cilt altı elektriksel sinir uyarımı) de bir yöntemdir ama ağrı giderici ilaçlar kadar etkili değildir. Çeşitli diyet ve vitamin terapileri de gündemde. Örneğin, düşük yağlı vejetaryen diyet, adet ağrısını azaltıyor. Vitamin E ve egzersizden de hastaların faydalandığını görüyoruz." Şeklinde konuştu.
Sonradan ortaya çıkan adet sancılarının tedavisi için sorun tespit edilmeli
İkincil tip yani daha sonradan ortaya çıkan ağrılı adet kanamalarında özellikle çeşitli ağrı kesiciler ya da doğum kontrol haplarının etkili olmadığının altını çizen Op. Dr. Ceydeli, "Çünkü burada altta yatan başka sebepler var ve araştırıp ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu sebepler arasında; rahim ağzında darlık, rahim içi dokunun farklı lokasyonlarda bulunması, karın içi enfeksiyon, karın içinde organlarının normalden fazla kanlanması sayılabilir" dedi. Bu sorunların tedavisi konusunda bilgiler veren Op. Dr. Ceydeli, "Rahim ağzı kanalı ileri derecede daraldığında adet kan akımı zorlaşıyor ve adet döneminde rahim içi basıncı artıyor. Böylece tüplerden geriye doğru kan akımı oluyor. Bu darlık doğuştan olabileceği gibi daha sonradan da gelişebiliyor. Tedavide ise bu kanal genişletiliyor" diye konuştu.
Daha Rahat Bir Adet Dönemi İçin Bunlara Dikkat
• Hastalığınız konusunda bilgilenin.
• Adetten bir gün önce ağrı kesici kullanabilirsiniz ancak mutlaka doktorunuza danışın.
• Adet süresi boyunca hafif gıdalarla beslenmeye özen gösterin.
• Ayaklarınızı sıcak tutun ve ılık duş alın.
• Hafif spor aktivitelerinden çekinmeyin.
• Stresten ve sigaradan uzak durun. Bu konuda gerekirse profesyonel destek alın.
4 Aralık 2015 Cuma
Hamilelikte besin kaynaklı hastalıklar
Bebeğinizin bağışıklık sistemi henüz bakterilerle savaşacak kadar güçlenmediğinden yediklerinize gerçekten dikkat etmeniz gerekiyor.İşte size besin kaynaklı hastalıkların üç temel kaynağı.
1. Listeriya: Listeriya et, tavuk, deniz ürünleri, pastörize olmayan süt ürünleriyle yapılmış gıdalar gibi kullanıma hazır, dondurulmuş besinlerde bulunan zararlı bir bakteridir. Hamileliğin ilk üç ayında düşük yapmanıza sebep olabilir. Hamileliğiniz son üç aya doğru ilerledikçe ise prematüre doğuma, düşük doğum ağırlığına ve hatta bebek ölümüne yol açabilir. Bakterinin hamileliğin son dönemlerinde bulaşması, bebeğinizde zihinsel gerilik, felç, körlük, beyin, kalp ve böbreklerde rahatsızlık gibi ciddi sorunlar yaratabilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Buzdolabının sıcaklığı en fazla 4°C, dondurucunun sıcaklığı ise en fazla -18°C olmalıdır.
· Çabuk bozulan yiyecekleri ve hazır gıdaları, yedikten ya da hazırladıktan sonra iki saat içerisinde buzdolabına ya da dondurucuya koyun.
· Oda sıcaklığında iki saatten fazla kalan yiyecekleri tüketmeyin.
· Sıcaklık 32°C’nin üzerinde olduğunda dışarı bir saatten fazla kalan gıdaları çöpe atın.
· Süt ürünleri, et, tavuk, deniz ürünleri gibi çabuk bozulan gıdaları en kısa sürede tüketin.
2. Metil cıva: Metil cıva, kılıç balığı, kral uskumru, köpek balığı gibi belirli balık türlerinde bulunan bir metaldir. Doğmamış bebeğiniz yüksek dozda cıvaya maruz kaldığında gelişme aşamasında olan sinir sistemi zarar görebilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Hafta boyunca farklı ve cıva içeriği az olan türlerden olmak üzere yalnızca 340 gr balık tüketin. Yukarıda adı geçen türlerden uzak durun.
· Cıva seviyesi düşük olan en yaygın balık türleri karides, ton balığı, somon, kömür balığı ve kedi balığıdır.
3. Toksoplazma: Toksoplazma çiğ ve az pişmiş ette, yıkanmamış meyve ve sebzelerde, suda, tozda, toprakta ve kedi dışkısının olduğu açık mekânlarda bulunan bir parazittir. Toksoplazmaya maruz kalarak hamilelikte riskin büyük olduğu toksoplazmoza yakalanırsanız doğmamış bebeğinizde işitme kaybı, zihinsel gerilik ve körlük görülebilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Toprağa, kuma, çiğ ete, kedi kumuna ve yıkanmamış sebzelere dokunduktan sonra ellerinizi sabun ve ılık su ile yıkayın.
· Bıçakları ve kesme tahtalarını her kullanımdan sonra sabun ve sıcak suyla iyice yıkayın.
· Meyve ve sebzeleri yemeden önce güzelce yıkayın.
· Market arabasında, buzdolabında ve yemek yaparken çiğ etleri, diğer yiyeceklerden ayrı tutun.
· Eti iyice pişirin. İç sıcaklığı en az 71°C olmalıdır. Ölçmek için bir termometre kullanın.
· Arıtılmamış su içmeyin.
1. Listeriya: Listeriya et, tavuk, deniz ürünleri, pastörize olmayan süt ürünleriyle yapılmış gıdalar gibi kullanıma hazır, dondurulmuş besinlerde bulunan zararlı bir bakteridir. Hamileliğin ilk üç ayında düşük yapmanıza sebep olabilir. Hamileliğiniz son üç aya doğru ilerledikçe ise prematüre doğuma, düşük doğum ağırlığına ve hatta bebek ölümüne yol açabilir. Bakterinin hamileliğin son dönemlerinde bulaşması, bebeğinizde zihinsel gerilik, felç, körlük, beyin, kalp ve böbreklerde rahatsızlık gibi ciddi sorunlar yaratabilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Buzdolabının sıcaklığı en fazla 4°C, dondurucunun sıcaklığı ise en fazla -18°C olmalıdır.
· Çabuk bozulan yiyecekleri ve hazır gıdaları, yedikten ya da hazırladıktan sonra iki saat içerisinde buzdolabına ya da dondurucuya koyun.
· Oda sıcaklığında iki saatten fazla kalan yiyecekleri tüketmeyin.
· Sıcaklık 32°C’nin üzerinde olduğunda dışarı bir saatten fazla kalan gıdaları çöpe atın.
· Süt ürünleri, et, tavuk, deniz ürünleri gibi çabuk bozulan gıdaları en kısa sürede tüketin.
2. Metil cıva: Metil cıva, kılıç balığı, kral uskumru, köpek balığı gibi belirli balık türlerinde bulunan bir metaldir. Doğmamış bebeğiniz yüksek dozda cıvaya maruz kaldığında gelişme aşamasında olan sinir sistemi zarar görebilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Hafta boyunca farklı ve cıva içeriği az olan türlerden olmak üzere yalnızca 340 gr balık tüketin. Yukarıda adı geçen türlerden uzak durun.
· Cıva seviyesi düşük olan en yaygın balık türleri karides, ton balığı, somon, kömür balığı ve kedi balığıdır.
3. Toksoplazma: Toksoplazma çiğ ve az pişmiş ette, yıkanmamış meyve ve sebzelerde, suda, tozda, toprakta ve kedi dışkısının olduğu açık mekânlarda bulunan bir parazittir. Toksoplazmaya maruz kalarak hamilelikte riskin büyük olduğu toksoplazmoza yakalanırsanız doğmamış bebeğinizde işitme kaybı, zihinsel gerilik ve körlük görülebilir.
Tedbir amaçlı yapılması gerekenler:
· Toprağa, kuma, çiğ ete, kedi kumuna ve yıkanmamış sebzelere dokunduktan sonra ellerinizi sabun ve ılık su ile yıkayın.
· Bıçakları ve kesme tahtalarını her kullanımdan sonra sabun ve sıcak suyla iyice yıkayın.
· Meyve ve sebzeleri yemeden önce güzelce yıkayın.
· Market arabasında, buzdolabında ve yemek yaparken çiğ etleri, diğer yiyeceklerden ayrı tutun.
· Eti iyice pişirin. İç sıcaklığı en az 71°C olmalıdır. Ölçmek için bir termometre kullanın.
· Arıtılmamış su içmeyin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)