29 Şubat 2016 Pazartesi

Bu yiyecekler kolon kanserine iyi geliyor!

Posalı ve lifli beklenme sağlığımız için büyük önem taşıyor. 

Herbalife Türkiye Danışman Diyetisyeni Canan Aksoy, posa oranı yüksek olan beslenme şeklinin özellikle kolon ve rektum kanserlerini önlemede etkili olduğunu pek çok araştırmanın ortaya koyduğunu belirtti.

Vücudumuzun sindiremediği, kan dolaşımımızda emiliminin yapılmadığı karmaşık karbonhidratların ‘posa’ olarak tanımlandığını belirten Herbalife Türkiye Danışman Diyetisyeni Canan Aksoy, “Posa aslında bir karbonhidrattır ancak vücut tarafından sindirilemediği için kalorisi veya enerjisi yoktur” dedi.

Posaların suda çözünen ve suda çözünmeyen olarak ayrıldığını belirten Aksoy, ikisinin de sağlığımız üzerinde önemli faydaları olduğunu belirtti.

Buğday, yulaf kepeği, kuru baklagiller, meyve ve sebzelerde bulunan posalar suda çözünmez ve bağırsakları harekete geçirir.

Posanın dışkı hacmini artırdığı için kabızlık ve kabızlığın getirdiği hemoroid, divertikül gibi rahatsızlıkların önüne geçilmesini sağladığına vurgu yapan Aksoy, posa oranı yüksek olan diyetlerin özellikle kolon ve rektum kanserlerini önlemede oldukça etkili olduğunu belirtti. Aksoy, “Posa, bağırsaklardan geçerken zararlı maddelerin bağırsakla temasını engelleyip atılmasını sağlayarak kanserden bizi korur. Posa açısından zengin besinler, yağ ve enerji açısından düşük besinler oldukları için kilo verme ve koruma konusunda etkilidir. Posalı besinleri daha uzun süre çiğnediğimiz için tokluk hissimiz daha kolay oluşur, midede hacim kaplayıp mideyi geç terk ettikleri için de acıkma süremizi uzatır” dedi.

Kan şekerinin kontrolünü sağlar
Suda çözünen posaların da kan şekerini kontrol etmeye yardımcı olduğunun altını çizen Canan Aksoy, posanın mide boşalmasını geciktirdiği için şekerin emilimini yavaşlattığını, bunun da kan şekerinin kontrolünü sağladığını söyledi. Aksoy, “Suda çözünen posalar kötü kolesterol seviyemizi düşürürler. Posa, kolesterolün vücut tarafından sindirimini engelleyerek kolesterol seviyesini aşağı çeker” dedi.

Posa, temel olarak bitkisel kaynaklarda bulunuyor. Sağlığımız için günde 25-35 gram civarında posa almamız gerekiyor.

Posalı gıdalar hangileri?
Günde 5-7 porsiyon sebze-meyve veya salata tüketmenin posa alımınızı artıracağını söyleyen Canan Aksoy, üç ana öğünde salata bulundurmanın, ara öğünlerde meyve tüketmenin, öğlen veya akşam yemeklerinden birinde sebze veya kuru baklagil tüketmenin bunu sağlamanın en kolay yolu olduğunu ifade etti.
Herbalife Türkiye Danışman Diyetisyeni Canan Aksoy, posalı ve sağlıklı beslenme ile ilgili şu tavsiyelerde bulundu:
Diyetisyen Canan Aksoy

• Beyaz ekmek yerine tam tane veya kepekli ekmekleri tercih edin: Ekmek öğünlerimizin vazgeçilmezidir, beyaz ekmek yerine posası daha yüksek olan tam tane veya kepekli ekmekleri tercih etmek posa alımınızı artırmanızı sağlayacaktır.

• Kabuğuyla tüketebildiğiniz meyve ve sebzeleri kabuklarıyla tüketmeye gayret edin. Meyve ve sebze kabukları posa açısından zengindir. Aynı sebepten ötürü meyve suları yerine meyve yemeyi tercih etmenizi öneririm. Kuru meyveler hem sağlıklı atıştırmalıklardır hem de posa oranları yüksektir. Günde birkaç tane kuru kayısı-erik-incir tüketmek de posa ihtiyacınızı karşılanmasına yardımcı olacaktır.

• Kuru baklagiller çözünmeyen posaları içerirler, haftada 2 kere kuru baklagil tüketmeye gayret edin: Her sabah kahvaltınızı peynir –ekmekle yapmak yerine çeşitlendirin ve yulafı deneyin. Yulaf, özellikle de yulaf kepeği suda çözünmeyen posayı bol miktarda içerir.

• Yemeklerinizde pirinç yerine bulgur kullanın: Bulgurun posası pirinçten daha yüksektir. Bunun dışında son dönemlerde hayatımıza giren kinoa, karabuğday, kepekli pirinç de posa açısından zengindir.

• Aldığınız posanın daha fazla işe yaraması için de su içmeyi ihmal etmeyin: Unutmayın vücut sistemimizin düzgün ve sağlıklı çalışması için gereken her şeyi ona vermemiz gerekir. Posa olmadan sistemimiz düzgün işlemez.

Pazartesi gününü beklemeyin

Kısa sürede verilen fazla kilolar vücut dengesini altüst ederek, özellikle sindirim ve sinir sisteminde bozukluğa neden olur. Ani ve dengesiz zayıflamanın bir başka sonucu da vücudumuzun günlük gereksinimi olan protein, vitamin ve minerallerden mahrum kalmasıdır. Bu eksiklik ise bir çok hastalığa zemin hazırlar.

İdeal zayıflık için
Diyete başlamanın ilk adımı diyet yapmaya kendinizi hazırlamaktır. Diyete başlamak için ay başını veya Pazartesi gününü beklemeyin.

Zayıflama diyetlerinden en iyi sonucu almak, beslenme uzmanları tarafından kişiye özel hazırlanmaları ile mümkündür. Unutmamak gerekir ki herkesin yaşı, boyu, kilosu, kan bulguları, metabolizması ve beslenme alışkanlıkları farklıdır.

Diyette dikkat etmeniz gerekenler
* Baş dönmesi, sinir bozukluğu, ciltte kuruma gibi şikayetler doğurmayan ve hiçbir yiyecekten mahrum kalmayacak şekilde hazırlanan bir beslenme programınız olmalı.

* Azar azar ve sık sık beslenin. Bir günde almanız gereken kaloriyi 6 öğüne paylaştırın.

* Günlük beslenme programınızı yaparken en hafif öğünün akşam yemeği olmasına özen gösterin. Akşam yemeğinizi en geç yatma saatinden dört saat önce yiyin, çünkü ilerleyen saatlerde daha az hareket ettiğimiz için vücut daha az kalori yakar.

* Yemeklerle beraber bol bol su için. Bilinenin aksine yemeklerle beraber su içmek şişmanlamanıza sebep olmaz, tam tersine erken doymanızı sağlayarak kilo vermenizi kolaylaştırır. Özellikle lif yönünden zengin yiyeceklerle beraber bol su içtiğinizde daha uzun süre tok kalırsınız.

* Yiyecek seçiminizi yaparken kalorisi düşük ve sizi tok tutabilecek lifli gıdaları tercih edin. Örneğin pirinç pilavı yerine bulgur pilavını, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğini kullanabilirsiniz.

* İdeal zayıflama diyetlerinin içeriği günlük almanız gereken karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineral ihtiyacımızı karşılamalıdır. Günlük beslenme programınızı yaparken her öğün protein, karbonhidrat, yağ ve vitamin alıp almadığınızı kontrol edin. Örneğin öğle yemeğinizin oluştururken miktarları az olmak şartıyla protein kaynağı olarak bilinen et ürünlerinden birisini, karbonhidrat kaynağı olarak pilav veya makarna, kalsiyum kaynağı olarak süt veya yoğurt, vitamin kaynağı olarak meyve yemeyi ihmal etmeyin. Unutmamak gerekir ki dengeli beslenerek verilen kilolar asla size geri dönmez.

* Diyetinize ek olarak evde yapacağınız basit egzersizler hem kilo vermenizi sağlar hem de başlıca problemimiz olan kalça ve göbek yağlarının erimesinde etkili olur. İşte size basit bir hareket; sırt üstü yatın, ayaklarınızı yere paralel uzatın ve yere hiç değdirmeden 25 kez kaldırın ve indirin.

Mutlu bir ilişkinin 8 sırrı

Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Süleyman Akay, mutlu bir ilişkinin 8 sırrını açıkladı.

Türkiye'de boşanma oranlarının hızla yükseldiğini ve 2013 yılının, Cumhuriyet tarihinde en az evlilik yapılan yıl olduğunu dile getiren Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Süleyman Akay, daha mutlu ve sağlıklı bir ilişki kurmaya yönelik önerilerini açıkladı. Akay'a göre 8 temel faktöre sahip; bağlanmaktan korkmayan, bahanelere sığınmayan, pozitif varsayımlar üzerinden hareket eden, sağlıklı iletişime önem veren, cinsellikte partnerini de önemseyen, işkolik olmayan, bireysel farklılıklara saygı duyan ve özür dilemeyi bilen çiftler daha sağlıklı bir ilişkiye sahip oluyor.

Günümüzde çiftlerin ilişki sürelerinin ortalama 3-4 ay, evlilik sürelerinin de ortalama 6-7 yıl gibi süreler içerisinde sonlandığını vurgulayan Akay, tüketim toplumunun getirdiği psikolojik etmenlerin boşanmalarda daha büyük etken olarak karşımıza çıktığını söyledi. Akay'a göre iki kişiyle oynanan ancak rakibi olmayan bu oyunda mutlu sona ulaşmak için çiftlerinin birbirlerinin olumlu yönlerini görmeleri gerekiyor. İşte Akay'ın tespit ve önerileri;

Bağlanmaktan korkmayın
Yapılan araştırmalar son yıllarda bireylerin "uzun ilişkiler" ve "evlenmek"ten korktuklarını ortaya koyuyor. Bağlanma korkusu olarak da adlandırılan bu psikolojik rahatsızlık, mutlu birlikteliklerin önündeki en büyük engellerden de biri. Empati ve karşılıklı kurulacak doğru iletişim, bu korkuyu yenmeye ve sağlıklı bir ilişki kurmaya yardımcı olabilir.

Bahanelere sığınmayın
Kadın erkek ilişkilerindeki en önemli sorunlardan biri bahanelerdir. Hem erkekler, hem de kadınlar bahanelere gereğinden fazla anlam yüklerler ve yaşadıkları sorunları geçiştirmeye çalışırlar. İstenilen her zaman ve durumda, bir şeylere bahane bulunabilir. Bahanelerin birçoğu gerçek değildir ve ilişkileri yıpratırlar. Çiftlerin yapması gereken mümkün olduğunca açık olmak ve kendisini net şekilde ifade etmektir.

Cinsellik olmazsa olmaz
Sağlıklı bir ilişki kurmanın en temel kurallarından biri cinselliktir. Eski yıllarda çiftler cinsellik üzerine bu denli konuşmuyorlardı. Kendilerini neyin mutlu ettiğini, karşılarındakine anlatamıyorlardı. Bugün ise bu konu çok daha sık gündeme geliyor ve olası sorunların önüne geçiliyor. Doğanın temel kuralı, doyuma ulaşanların daha mutlu olduğudur. Mutlu birlikteliğin sırlarından biri budur.

İşkolik olmayın
Öte yandan işkolik olmak da boşanma sebepleri arasında yer almaktadır. Psikolojik ve fizyolojik enerjinin büyük bölümünün uzun süreli çalışma temposuna adanması ve eşe ilgi eksikliği, çiftlerin sık sık evliliğini sorgulamalarına neden olmaktadır.

Değerini bilin
Her birey birbirinden farklıdır. Mutlu bir birliktelik için hem kadın hem de erkeğe düşen görev, bu farklılıkları bilmek ve saygı duymaktır. İlişkileri kurmak ve sürdürmek oldukça zordur, yıkmak ise bir o kadar kolaydır. Bu nedenle karşınızdaki kişide, sizin için değerli olan ne varsa onu görmeye odaklanmak gerekir. İlişkiye, onu ilk engelde bırakacak gibi bakmak ve böyle algılamak, hızla mutsuzluğa götürebilir.

Olumlu yönleri görmeye çalışın
İlişkilerde sürekli negatif varsayımlar üzerinden hareket etmek, ayrılmalara kadar giden bir sonuç doğurabilir. Bilinçaltımız sürekli olarak bir şeyler çalışır ve bir şeyler üretir. Karşımızdakine pozitif yaklaşmak yerine negatif yönlerine odaklanırsak, bir süre sonra istem dışı soğuk davranışlara yönelebiliriz. Çiftler birbirlerinin pozitif yönlerini görmelilerdir.,

Empati kurun
Sağlıklı bir ilişki ve iletişim için dinlemek çok önemlidir. Dinleme, empati kurmanın ilk ve temel kuralıdır. Dinlemeye sadece işitmek olarak bakarsanız, karşınızdaki kişiyi ne şekilde anlamayabilirsiniz. Önemli olan önyargılardan kurtularak kişiyi dinlemek ve konunun odağını yakalamaktır.

Özür dileyin
Haksız olduğunuz ya da hata yaptığınız bir konuda eşinizden özür dilemek, sağlıklı bir iletişim kurmak açısından çok önemlidir. Özür dilemek, bireye telafi etme şansız tanıdığı için, ilişkinin sonraki aşamalarında olası yanlışların da önüne geçecektir.

28 Şubat 2016 Pazar

Anında Beyazlık: IPANA PERFECTION

İLK KULLANIMDAN İTİBAREN BEYAZLATAN DİŞ MACUNU, IPANA PERFECTION!

Türk toplumu genel olarak çayı sever derler ama ben kahveciyim. Sanırım bu alışkanlık bana Amerika’da okula gittiğim dönemlerden yadigar…  Keşke oradan bana kalan kahve değil de, günde iki kez spor yapıyor olma alışkanlığım olsaydı… Ama hep zararlı şeyler keyif verir ya insana, bendeki de o hesap. Güne bir bardak sade neskafe içmeden kesinlikle başlayamıyorum ve en az 5-6 bardak nescafe, 2 fincan da Türk kahvesi içerek günümü tamamlıyorum. Akşama doğru hafif bir kalp çarpıntısı ve lekelenmiş dişlerden nasibimi alıyorum. Bu gidişata bir son vermem lazım biliyorum, en azından sağlığım için… Ama dişlerime gerçekten harika beyazlık sağlayan, lekelerden eser bırakmayan bir çözüm buldum. Yıllardır bu konuda inanın çok diş macunu denedim, bir çoğunun hiç ama hiç faydasını görmedim.. Fakat bu ürün bambaşka.

Son günlerde market alışverişine gittiğim her mağazada ve televizyonlarda sıklıkla İpana’nın yeni ürünü Perfection’a denk geliyordum. Biliyorsunuz ben de dişlerimin beyazlığına ve mükemmelliğine çok özen gösteririm ve bunun için sürekli yeni ürünleri deniyorum. Her yerde bu kadar görünce ve 3 günde %100’e kadar lekesiz iddiasını duyunca, bir de üzerine diş hekimim bu ürünü kullanmamı önerince hemen aldım. Performansına gerçekten şok oldum, ilk kullanımdan itibaren diş yüzeyindeki lekeleri çıkarma etkisini fark ediyorsunuz.

Beyaz bir gülümseme de aslında sahip olunması gereken en önemli özellik benim için. Yeni İpana Perfection Mucize gibi. Kullanmadan kesinlikle inanmazdım, deneyince etkisini gördüm ve mükemmel sonuç aldım. Üstelik beyazlatma etkisi bu kadar iyiyken diş minenize hiç bir zarar vermiyor.

Aynı ailenin Oral-B 3D White Luxe ağız bakım suyunu da aldım hemen, o  da diş macunu ve fırçasının ulaşamadığı alanlardaki lekeleri bile çıkararak uzun süre keskin bir ferahlık sağlıyor.


Procter and Gamble’ın dünyada pazara sunduğu en gelişmiş beyazlatıcı diş macunu olan 3 Boyutlu Beyazlık Luxe Perfection İpana, Amerika’da Crest markasıyla pazara sürdüğü ürünün birebir aynısı. Zaten sanırım algı olarak kahve alışkanlığımın oradan kalmış olması ve Crest’in de Amerika’da en çok tercih edilen diş macunu olduğunu biliyor olmam bu ürünü itirazsız tercih etme sebebim oldu.

PERFECTION 3 günde diş yüzeyindeki lekelerin %100’e kadarlık kısmını etkin biçimde çıkarıyor. P&G ve İpana ürün performansına o kadar güveniyor ki, memnun kalmazsanız paranızın tam 2 Katını iade ediyor. Beyaz gülüşlere önem verenler bu ürünü deneyin, pişman olmayacaksınız.

Ürünü satın almak isterseniz tıklayınız!




Ağız bakımı ile ilgili detayları öğrenmek isterseniz www.agizbakimuzmani.com linki inceleyin derim.

#ipanaperfection #gülüşünügöster

İçerik Kaynak: http://www.melinasmom.com/

Video Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=RZ5ymuChrW0


Bir boomads advertorial içeriğidir.


26 Şubat 2016 Cuma

Diyet Yapmak İçin Psikolojik Çözümler

Zaman zaman bedenimize küseriz, aynaya baktığımızda mutsuz oluruz, istediğimiz kıyafeti giyemediğimizde moralimiz bozulur. hissettiğimiz bu moral bozukluğu sonunda ise kendimizi buzdolabının önünde buluruz. Ya da bir bakmışız kucağımızda bir paket çikolata. 

Bu durumları genelinde yeme bozuklukları olarak adlandırabiliriz. Yeme bozukluğu kısır döngüsü, sıkıntı, tatminsizlik, öfke, üzüntü hali, suçluluk gibi olumsuz duygular ile kendini gösterir. Genelde bu olumsuz duyguların kaynağında depressif duygulanım, yüksek kaygı düzeyi, kişinin yaşamındaki sıkıntılı ve üzücü olaylar ve diğer psikolojik sorunların varlığı etkendir. Humanite Psikiyatri Tıp Merkezi Direktörü Prof.Dr.Sedat Özkan, yeme davranışının psikolojik etkisi ve Psiko-Diyet hakkında bilgi veriyor..

İnsanlar yemek yemeyi seviyor diye de çok yiyebilir bu durum patolojik midir ?
Öncelikle yemek yeme davranışı açlığı gidermek ya da bir lezzet denemek amaçlı mı yoksa patolojik kökenli mi buna bakmak gerekir. Kişi eğer açlık duygusu olmadığı halde dürtüsel olarak yemek yemeye yöneliyor ise bu durum psikopatolojik olarak değerlendirilebilir. Ya da fiziksel hastalığa veya hormonal sebeplere bağlı ise yine patolojik olması soz konusudur.

Bu sebeple yeme davranışı anormal ise hem dahili hem psikolojik yonden değerlendirilmeli patolojik olup olmadığına karar verilmelidir

Beslenmeyle ilgili düzenleme yapılırken nasıl bir psikolojik destek alınabilir ?
Beslenme bireylerin psikolojisini etkilediği gibi psikolojik durumları da beslenme alışkanlıklarını etkiler.

Psikolojiyi dikkate almayan diyet başarılı olamaz!
Beyin ve psikolojiden bağımsız yeme programı düşünülemez. Yemek yeme davranışımız anamızdan sütle sevgi almaya başladığımız andan itibaren şekillenmeye başlar. Yaşadıklarımız, duygularımız, düşüncelerimiz, beklentilerimiz, öfkemiz, cinsel yaşantımız, doyum ve doyumsuzluklarımız; hepsi yemek yeme davranışımızı etkiler. Ağız bölgesiyle yemek yeriz, sevişiriz, konuşuruz ya da “çiğ çiğ yemek isteriz”. Dolayısıyla zayıflama ya da kilo vermeye ilişkin diyet programı; kişinin beynini, psikolojisini, yemek yeme davranışını etkileyen derinliklerdeki psikolojiyi ve günlük yaşamın duygu-zihin etkileşimlerini dikkate almak zorundadır. Bunları dikkate almayan diyet programları başarısızlığa mahkumdur. Hatta kişide bazen daha fazla kaygı ve kısır döngü yaratır. Kişilerin Biyo-psiko-sosyal açıdan beden, beyin, ruh ve çevre etkileşimlerini inceleyen bilimsel diyet programının adı Psiko-Diyet’tir.

Psiko-Diyet programında kişiler öncelikle dahili yönden degerlendirilir. Burada kan şekerinden hormonlara kadar açlık ve yeme alışkanlığını etkileyen patolojik bir faktör olup olmadığına bakılır. Ardından diyet uzmanı ve psikolog tarafından görüşmeler gerçekleştirilir. Diyet uzmanı sağlıklı beslenme alışkanlığını kazandırırken psikolog ise bunun istikrarlı bir şekilde devam etmesini saglayabilir.

Ruhu ve beyni dikkate almadan bedeni zayıflatamayız!
Özellikle anoreksiya ve blumia gibi yeme alışkanlıklarını direk etkileyen psikolojik bozukluklar dışında depresyon , kadınlarda pms dediğimiz adet oncesi sendromlar ve bir çok psikopatolojik tabloda psikoloğun doğru beslenme alışkanlığını kazandırmak ve sürdürmekte büyük rolü vardır.

Neden beslenmeyle ilgili önlemler hedefe ulaşmak için yetmiyor ?
Beynimiz ( düşüncemiz,inançlarımız, korkularımız, beklentilerimiz, isteklerimiz) yeme bozukluğu oluşumunu engellemenin ya da tedavi etmenin başında, kişide kalıcı davranış değişikliklerinin yaratılması gelmektedir. Kişinin, yemek yeme düzenini, diyet ve egzersiz programını, geçici ve kısa dönemli olarak görmesinin engellenmesi, ve bu düzeni bir yaşam tarzı olarak görmesi amaçlanır.
Aksi takdirde, diyetin sonlanması ile beraber tekrar kilo alımı da kaçınılmaz olacaktır. Bütün bu nedenlerdendir ki kilo vermek ya da sağlıklı bir bedene sahip olabilmek için çizilen yol haritasında farklı alanları da içerisinde barındıran bir ekip desteğine ihtiyaç vardır.

Kilo sorunu olanların kendilerine özgü psikolojisinden söz etmek mümkün mü ?
Kilo sorunu olanların kendine özgü psikolojileri vardır. Öncelikle mevcut durumdan rahatsız olmak ancak durumu değiştirecek güçte olamamak büyük bir problemdir. Pek çok kişi bunu iştahın açık olması ya da ne yesem yarıyor olarak da nitelendirir ancak durum zannedilenden daha derinlerde olabilir. Kişi kilo problemi yüzünden sosyalleşmekten kaçıyor, kendine olan saygısını güvenini kaybediyor bile olabilir.

Daha öncede belirtmiş olduğum gibi psikopatolojik ya da fiziksel bir nedenden kaynaklanıyor olabilir.

Son olarak;
Bedenleri zayıflatmak uğruna ruhu zedelememek en onemlisidir.

Yatakta Herkes Kendinden Sorumlu!

Beslenmek, su içmek ve nefes almak yaşamın, seks yapmak ise ilişkinin bir gerekliliğidir. Seks, görev veya mecburiyet değildir. Bu nedenle, zoraki yapılmamalı, istekle ve bazen kendiliğinden olmalıdır. 

Uzun süreli ilişkilerde cinsel tutkuyu sürdürmenin şifresi, duygusal açıdan karşıdaki insanla bütünleşirken kendin olarak kalabilme yeteneğidir. Bunun için kişinin kendini bir şey yapmaya mecbur hissetmemesi ve performansıyla ilgili endişe duymaması gerekir. "Çift birbirini tatmin etmek zorunda mı?", "Cinsel hayatın monotonlaşması kader mi?", "Çiftin başaramama korkusundan kurtulmasının bir yolu var mı?" veya "Pasif kalma modeli ile sorumluluk alma modelinin farkı nedir?" Bu sorulara yanıt Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistlerinden geldi… İşte, aldatmayı önleyecek, yetersizlik ve tatmin edememe korkusuyla monotonlaşan ve tutkusunu kaybeden çiftin, aşk ve seks hayatını yeniden hareketlendirecek ve ilişkilerindeki tutkuyu canlandıracak altın değerinde tavsiyeler…

Kimse Kimseyi Yatakta Tatmin Etmekten Sorumlu Değil

"Başaramama korkusu" adı verilen performans anksiyetesinin önemine değinen CİSED Onursal Başkanı Dr. Cem Keçe, "Çiftin ilişkisinde kıvılcım ve cinsel tutkunun yok olmasının en önemli nedenlerinden biri başaramama, tatmin edememe, yetersiz kalma gibi düşünce ve duygulara yol açabilen performans anksiyetesidir. Birbirini tatmin etmeye çalışan veya yeterince tatmin edemediğini düşünen çift zamanla ilişkisinin sıkıcı olduğunu düşünmeye, cinsellikten soğumaya ve zamanla erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik, orgazm olamama, uyarılma bozuklukları gibi cinsel işlev bozuklukları yaşamaya başlayabilir. Bunları yaşamamanın tek yolu, cinselliği görev ve baskı aracı olarak görmemektir. Çünkü cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Bu nedenle, kimse kimseyi yatakta tatmin etmek zorunda değildir. Herkes kendi cinsel tatmininden sorumludur. Buna sorumluluk alma modeli denir, bunun zıttı pasif kalma modelidir.

Herkesin cinsel istek, uyarılma ve tatmin olma konusunda kendisine yardımcı olan kendisine özgü bir şartlar zinciri vardır. Herkesin şartlarını talep etme ve isteme hakkı vardır; ancak çoğu kişi kendisini, partnerinin cinsel olarak uyarması gerektiğine ve tatmin olmasının partnerinin elinde olduğuna ve istediği şekilde uyarılmazsa veya tatmin olmazsa hem kendinin hem de partnerinin eksik olduğuna inanır. Cinsel terapistler olarak, kişiyi cinsel olarak harekete geçiren kuvvetin bilinçli veya değil, kendisi olduğunu vurguluyoruz. Böylece, kişi istek ve arzularını ifade etmek ile bunları bastırmak arasında bir seçimde bir tercihte bulunabilir, kendine odaklanıp ortaya koyduğu cinsellikten zevk alabilir ve ayrıca partnerinin ve kendinin bilincine varabilir. Diğer bir değişle, kişinin içinde cinsel istek uyandırmak partnerinin değil, onun kendi görevidir. Kişi partnerinin hissetmek istediği cinsel arzuyu hissedebilmesi için ancak ona destek olabilir. Bunu ise, ruhunu ve bedenini bir armağan olarak sunarak ve onun isteklerini gerçekleştirmeyi seçerek yapabilir. İç çamaşırlar, mumlar ve hoş sözler güzeldir; ancak ilk aşama bunlar olmamalıdır.

Öncelik, kişinin kendisidir. Bunlar ise daha sonra gelir. Bu bakış açısı, cinsel isteğin sorumluluğunu olması gerektiği yere, yani kişinin kendi omuzlarına yükler ve kontrolünün partnerinin elinde olmadığını anlamasına yardımcı olur. Çünkü kontrolü kaybetme duygusu bilinçdışı düzeyde çok korkutucudur. Pasif kalma modeli, kişinin partnerini veya ilişkisini suçlamasına neden olur. Sorumluluk alma modeli ise kişinin ilişkisinden zevk almasın, var olan sorunların üstesinden gelmesini sağlar ve çiftin birbirini aldatmasını engeller" dedi.

Herkesin Reddetme Hakkı Vardır!

CİSED cinsel terapistlerinin verdikleri bilgilere göre, Hem kadın hem de erkek sevişirken ruhunu ve bedenini koşulsuz bir armağan olarak partnerine sunar. Bundan sonrası partnerin işidir. Kadın ve erkek reddedilmeyi ve başarısız olmayı göze alarak partnerinden, kendini cinsel açıdan uyaracak davranışlarda bulunmasını ister. Ancak istemek kadar reddetmek de parnerin hakkıdır.
Kadın, orgazm olmayı kolaylaştırmak için erkeğin bedenini kullanmasından, klitorisini sürtmesinden, fantezi kurmasından ya da kendini kasmasından yine kendi sorumludur. Dolayısıyla, cinsel tatmininden de yine kendi sorumlu olur. Erkek de kadının bedenini kullanarak, penisini sürterek veya vajinaya sokarak, zamanı gelince daha çok haz alabilmek adına boşalması denetleyerek, aşk kaslarını boşalana kadar gevşek tutarak, kendi boşalmasından, orgazmından ve cinsel tatmininden kendi sorumlu olur.

Erkeğin de kadının da boşalması için sadece penise veya vajinaya ihtiyacı yoktur. Bu değişik şekillerde de başarılabilir. Dolayısıyla, cinsel tatmininden de yine kendileri sorumlu olur.

Gençler 'Yeme Bozukluğu' Kıskacında!

Yeme bozuklukları gençler arasında bir çığ gibi büyüyor! Kimileri karşı konulmaz bir zayıf olma isteği duyarken, kimileri kontrol edilemez bir şekilde aşırı yemek yiyor, kimileri ise sağlıklı beslenmeyi takıntı haline getiriyor.

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül'ün verdiği bilgilere göre, ergenlerde yeme bozukluğu görülme sıklığı yüzde 5 ve bu oran giderek artıyor. Özellikle 15-19 yaşlarındaki yeme bozuklukları nedeniyle meydana gelen ölümler, bu yaşlardaki doğal nedenlerle (kardiyak aritmi, enfeksiyon vb.) ölümlerden 5 kat daha fazla.

Açlık Hastalığı: Anoreksiya Nervosa

Vücut şeklinden aşırı rahatsızlık duyma, karşı konulmaz bir zayıf olma isteği ve özellikle anorektik bireylerde görülen yemek düşünceleriyle aşırı bir zihin meşguliyeti durumu söz konusu. Açlık hastalığı olarak adlandırılan Anoreksiya Nervoza’da besin alımına, kiloya ve zayıflığa karşı aşırı takıntı bulunuyor. Zayıf olunduğu halde (BKİ 17.5 kg/m2'den daha düşük) kişiler kendilerini aynada kilolu olarak görüyor ve daha fazla kilo verebilmek için çok düşük kalorili diyetler uyguluyor veya kendilerini aç bırakıyor. Bu kişilerde amenore (menstürasyonun olmaması), kansızlık, vücut su - tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda östrojen, erkeklerde testesteron hormon düzeylerinde azalma sonucu cinsel sorunlar, cilt ve saç sorunları, kilo kaybıyla birlikte beyin kütlesinde azalma ve beyindeki kimyasal reaksiyonlarda değişiklik, kalp atımında azalma ve düzensizlikler oluşuyor, uyuşturucu madde kullanımı, sosyal çevreden kendini soyutlama davranışı, sürekli spor ve ağır egzersiz yapma eğilimleri görülüyor.

Yemekten Suçluluk Duyma: Bulimia Nervoza

Bulimia Nervoza ise psikolojik temelli bir hastalık olup anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eden ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışların (kusma, laksatif ve diüretik kullanımı, aç kalmak, aşırı egzersiz yapmak gibi) sergilendiği bir yeme bozukluğu. Tıkanırcasına yemek yedikten sonra suçluluk duygusuyla yenilen yiyecekleri çıkarma yoluna başvuruluyor. Sürekli kusmaya bağlı elektrolit dengesizlikleri, mide asidinin ağza gelmesi ile diş çürükleri, mide delinmeleri görülüyor. Depresif bozukluklar yanında alkol ve madde bağımlılığı da görülebiliyor.

Tıkanırcasana Yemek Yeme Bozukluğu: Binge Eating Disorders

Tıkanırcasına yeme bozukluğu olarak ifade edilen ve üçüncü tür yeme bozukluğu olarak tanımlanan Binge Eating Disorders, düzenli olarak haftada 2 veya daha fazla aşırı miktarda yemek yeme davranışı ile karakterize bir hastalık. Atak sırasında bu bireyler, kontrol edilemeyen bir şekilde umulmayacak kadar çok yiyeceği kısa zamanda tüketiyorlar ve Bulimik hastaların aksine kusma gibi davranışlar göstermiyorlar. Bu bireylerde duygu durumunda ve ilişkilerde sürekli bir tutarsızlık gözlemleniyor. Günlük enerjinin minimum yüzde 25’ini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede alıyorlar. Obezlerin belli bır kısmında tıkanırcasına yeme bozukluğu görülüyor ve çeşitli uyku bozukluklarının gece yemelerine neden olabileceği belirtiliyor.

Sağlıklı Yemek Yeme Takıntısı: Ortoreksiya Nervoza

Son yıllarda Ortoreksiya Nervoza (sağlıklı yemek yeme takıntısı) yeni bir kavram olarak yeme bozukluklarına eklendi. 'Ortho' Yunanca' da 'doğru' ve 'normal' anlamına geliyor. Yani doğru yemek yeme de bir takıntıya dönüşebiliyor. Ortoreksiya Nervoza özellikle büyük kentlerde yaşayan 'beden imgesi' ağırlıklı düşünen takıntılı kişilerin yakalandığı bir hastalık. Her besinin aşırı sağlıklı olması insanı tek boyutlu beslenmeye kadar götürebiliyor ve ilerleyen ölçütlerde Anoreksiya ile karşı karşıya getirebiliyor. Oysaki aşırı derecede takıntı yapmak yerine dengeli beslenme konusunda bilinçli olmak gerekiyor.

Yeme bozukluğu fazla yeme ve devamlı rejim yapma takıntısı şeklinde olduğu gibi kişinin her yediğinin sağlıklı olup olmadığını kontrol etme takıntısı şeklinde de kendini gösteriyor. Bu kişiler için yiyeceklerin saf, katkısız ve işlenmemiş olması oldukça önemli. Bu yüzden bu bireyler pek çok sebze ve meyveyi çiğ tüketiyorlar. Çoğu da vejetaryen oluyor. Kendi bildiklerinin tek doğru olduğuna inanıyorlar ve inandıkları çerçevesinde hareket ediyorlar. Yaşamları, bir sonraki öğünü planlamak, sağlıklı yiyecek satan marketleri dolaşmak, yemek hazırlamak ve yemek gibi bir kısır döngünün içine girebiliyor.

Ortorektik misiniz?

Bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, ortoreksiya belirtisi gösteriyor olabilirsiniz.

1- Yemek yerken yediklerinizin kalorisine dikkat eder misiniz?
2- Çeşitli yiyeceklerin olduğu bir yerde yiyecek seçmek durumunda kalırsanız kararsızlık yaşar mısınız?
3- Son üç ay içerisinde besinler konusunda endişelendiğiniz oldu mu?
4- Sağlığınızla ilgili endişeleriniz besin seçiminizi etkiler mi?
5- Yemeğinizin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemlidir?
6- Daha sağlıklı, daha taze besinler satın almak için daha fazla para harcar mısınız?
7- Sağlıklı beslenme ile ilgili düşünceler sizi günde üç saatten fazla meşgul eder mi?
8- Sağlıksız olduğunu düşündüğünüz besinleri yediğiniz olur mu?
9- Sizce ruhsal durumunuz yeme düzeninizi etkiler mi?
10- Besinler içerisinde sadece sağlıklı olanlarını tüketmek kendinize olan güveninizi arttırır mı?
11- Uyguladığınız beslenme tipi yaşam tarzınızı değiştirir mi? (dışarıda yeme sıklığı, arkadaşlar vb. açısından)
12- Sağlıklı beslenmenin dış görünümünüzü daha iyi hale getirebileceğini düşünür müsünüz?
13- Sağlıksız beslendiğinizde kendinizi suçlu hisseder misiniz?
14- Piyasada sağlıksız besinlerin de satıldığını düşünür müsünüz?
15- Son zamanlarda yemeklerinizi özellikle tek başınıza yemeği tercih eder misiniz?

Yeme Bozukluklarında Tedavi

Yeme bozukluklarının tedavisi zordur, profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikolojik ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Anoreksiyalı kişi tehlikede olmadığına ve yardıma gerek duymadığına inanır, Bulimialı kişi ise sorunun farkındadır ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemez. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Ancak tedaviden sonra da tekrarlayabilmesi hala bir sorun olmaya devam edebilir.

Tedavi sırasında doktor, diyetisyen, psikolog veya psikiyatrdan oluşan multidisipliner bir ekip çalışması başarılı sonucun elde edilebilmesi adına oldukça önemlidir. Bu tür bozukluklarda tekrarlama ihtimali yüksektir. Diyetisyen bireyin beslenme durmunu, bilgi düzeyini, yemek yeme ve yemeğe karşı tutumunu değerlendirerek beslenme programını oluşturup bireyin takibini yaparken diğer ekip üyeleriyle sürekli iletişim halinde olmalıdır.

24 Şubat 2016 Çarşamba

Kalbinizin yükünü hafifletin

Sevilmek, sevmek büyük mutluluk. Sağlığımız da yerindeyse, keyfimize diyecek yok.

Mutlaka kalbimizi de hatırlayalım. İyi besleniyor mu? Sağlıklı mı? Rahat mı, bizden memnun mu?...

Diyetisyen Nil Şahin Gürhan'ın 14 Şubat Sevgililer Günü öncesi, bedenimizde sesini en çok dinlememiz gereken organlarımızdan biri olan kalbimizin sağlığı için önerilerinin başında ''Kalbinizin yükünü hafifletin'' tavsiyesi geliyor.

Gün geçtikçe hareketlerimiz azalıyor, hareketlerimiz azaldıkça kalbimiz daha zor çalışıyor. Kalbimiz zorlandıkça daha az hareket eder olduk. Göbeklendikçe, şişmanladıkça, kalbimiz yağlar tarafından minik minik kuşatılıyor, kalp sağlığımız bozuluyor. En ufak sağlık problemi bile tehdit oluşturabiliyor. Kalp sağlığımız korunmaya muhtaç.

Kalp sağlığımızı korumak ve geliştirmek için her gün yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenmeli, hareketli ve aktif yaşamalıyız. Kötü beslenme alışkanlıklarını minimum seviyelere indirmeliyiz. Beslenmemizi sağlıklı beslenme ilkelerine göre düzenlemek ve fiziksel aktivitemizi arttırmak sağlıklı bir kalbe sahip olmak için altın anahtar.

Kalbimiz sağlam olsun Şairimiz Behçet Necatigil' in dizelerinde ki "kalbinizi dolduran sevgiler kalbinizde kaldı" mısralarında ki gibi sevgilerimiz kalbimizde kalmasın, paylaşalım, yaşayalım.

Kalbinizin sağlığı için adım adım;

1. Kalbinizin yükünü hafifletin. Fazla kilonuz varsa mutlaka vermelisiniz, ancak kalbinizi yormadan, hırpalamadan, fazla kilolarınızı sağlıklı beslenerek verin.

2. Karın bölgesinde biriken yağlar kalbinizin en büyük düşmanıdır. Belinizi inceltin. Bel çevresi kalınlığı bayanlarda, 80 cm' den az; erkeklerde 94 cm' den az olmalı. Belinizi en iyi ve sağlıklı inceltme metodu bol bol orta tempoda, açık havada yürüyüştür.

3. Sık sık duyduğumuz BKI değeriniz 20 den düşük, 30 dan yüksek olmasın. Beden kitle indeksi= vücut ağırlığının(kg), boy uzunluğunun (cm) karesine bölünmesiyle elde edilir. Düşük beden kitle indeksi de çok zayıf olmak demek. Çok fazla kilo zararlı olduğu kadar, çok düşük kilolu olmak da kalbimiz ve bütün sağlığımız için problem oluşturur.

4. Sebze ve meyvelerden zengin beslenin. Kalbiniz güçlensin, sindirim sisteminiz dengeli çalışsın. Günde en az 5-7 porsiyon sebze ve meyve tüketmelisiniz.

5. Omega–3 yağ asitlerinden zengin olan balık, kalp sağlığı açısından büyük önem taşır. Haftada üç kez ızgara veya buğulama balık tüketin. Balıklarınız yağda kızarmasın. Fırında, buğulama, ızgara şeklinde pişirin. Yağda kızarmış balık yediğinizde, omega–3 yağ asitleri bozulmuş olduğu için kalbimize fayda değil zarar verir.

6. Kırmızı et yemelisiniz. Ancak abartılı miktarlarda değil. Haftada 2- 4 gün ve yağsız kısmını elinizin yarısı ölçüsünde. Kırmızı etinizi, sebze ile fırında ya da tencerede pişirebilir veya ızgara yapabilirsiniz. Sakın derin yağda kızartmayın.

7. Ekmeğiniz tam buğday, tam çavdar, köy ekmeği olsun. Bu ekmeklerin yapısında bulunan doğal lifler kalp sağlığınızı pozitif etkiler.

8. Kuru baklagiller içerdikleri posa ve antioksidanlar sayesinde kalp sağlığınızı korur, kan kolesterol seviyesini dengede tutar. Haftada en az iki kere kuru baklagil kalbinize iyi gelir.

9. Kalbinize sağlıklı yağlar iyi gelir. Sağlıklı yağ asitleri için yağlı kuru yemişler yemelisiniz. Her gün sıkılmış bir avucunuzun için kadar, ceviz, badem, fındık, fıstık yiyin.


Bebeklerin kusmasının nedenleri

Uzmanlar, emzirme sonrası kusma ile karşılaşan her anne babayı endişelendiren durumun aşırı olmaması kaydıyla doğal olduğunu belirtiyor. Aileleri tedirgin eden bu durum bir hastalık değil yalnızca bir bulgudur.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Bingül Pektaş, bebeklerde görülen kusmalar hakkında anne-babaları ilgilendiren önemli bilgiler verdi.

Araştırmalar, bebeklerin ilk 3 aylık döneminde yaklaşık yüzde 80′inin günde en az bir kere kustuğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak kusmanın değerlendirilmesi için zorlanmasız ve zorlanmalı olup olmadığına dikkat edilmesi gerekiyor.

Zorlanmaksızın kusma olarak adlandırılan durumda, bebek bunun için bir çaba sarf etmeden bazen az miktarda bazen de ağız dolusu bir ya da iki kez kusar. Bu tip kusmalar özellikle ilk aylarda bebek beslendikten kısa bir süre sonra ortaya çıkar. Ancak kilo alımı normalse bu durum için endişe etmeye gerek yoktur. Üstelik bebek büyüdükçe kusma hafifleyerek tamamen ortadan kalkacaktır.

Bu dönemde kusan bebeğin beslenme şeklinin doğru olup olmadığından emin olmak gerekir. Çünkü yanlış beslenme şekli, bebeğin kusmasına neden olabilir. Özellikle bebeğin emerken hava yutması, aşırı ya da hızlı emmesi, emzirildikten sonra gazın çıkarılamaması kusmaya yol açabilir.

Diğer bir kusma nedeni de Gastroözofajial Reflüdür. Bu durum daha çok zorlanmalı kusma şeklinde ortaya çıkar; ancak zorlanmasız da olabilir. Mide içeriğinin yemek borusuna kaçışı olarak tanımlanabilir. Bunun nedeni de mide borusunun mideye bağlandığı yerde meydana gelen kasılma yetersizliğidir. Bu durum genel olarak doğumdan sonra 3. ile 10. günler arası başlar. Bebeğin kilo alımını etkilemez; dışkılama normaldir. Bu tür kusmayı önlemek için bebekleri dik pozisyonda beslemek, besledikten sonra 30 dakika yarı oturur durumda (45º eğimli şekilde) yatırmak gerekir. Yine bebeklerde şiddetli kusmaya neden olan durumlardan biri de yemek borusunun mideye bağlanan ucunun kapalı olmasıdır. Bazı durumlarda kapalı olan yemek borusu, soluk borusuna bağlı olduğundan kusma ile beraber nefes darlığı ve morarma görülebilir. Tedavisi cerrahidir.

Zorlanmalı kusma, bebeğin sağlık sorunlarının önemli bulgularından biridir. Mide bulantıları, huzursuzluk ve öğürme ile birlikte genellikle fışkırır tarzda kusma, iştahsızlık, kilo kaybı ve kabızlık şikayetleri ile seyreder ve sindirim sisteminin herhangi bir yerinde tıkanıklık olduğuna işaret eder, acil müdahale gerektiren bir durumdur.

Doğumdan sonraki ilk günlerde kusmaya neden olan durumlar arasında enfeksiyonlar, doğumsal metabolizma hastalıkları, bebeğin anne karnında amnios sıvısını fazla yutması, bazı alerjiler (süt alerjisi gibi) sayılabilir.

Daha büyük çocuklarda ise kusmanın ana sebebi enfeksiyonlardır. Kusmanın en sık görüldüğü enfeksiyon türleri ise, mide-barsak, kulak, idrar yolu, menenjit, santral sinir sistemi enfeksiyonlarıdır. Bir başka neden de zehirlenmedir. Gıda zehirlenmesi; fare zehri, böcek ya da tarım ilacı gibi zehirlenmelerde en sık görülen bulgu kusmadır.

Kusma, psikolojik kökenli de olabilir. Küçücük bebeklerde bile psikolojik nedenler kusma nedeni olabilir. Özellikle 0-1 yaş arasında anne – bebek ilişkisi bozuksa, anne sürekli gergin, huzursuzsa, bebeğine sevgi ile yaklaşmıyorsa bebek kusarak tepki gösterebilir. 2-3 yaş arasında çocukların bazıları ise heyecanlandıklarında ya da korktuklarında kusarak tepki verirler. Okul çağında okula gitmek istemeyen çocuklar yine mide bulantısından şikâyet eder ve kusarlar.

Kusmanın her şeyden önce bir hastalık değil de bir bulgu olarak değerlendirilmesi ve altta yatan sebebin bulunması gerekir. Bir uzmana danışmadan kusma önleyici ilaç kullanmak yanlıştır. Önemli olan kusmaya neden olan hastalığın tedavi edilmesidir.

Bu Sebzelerle Sağlıklı Bir Kış Geçirin

Kış aylarında yetersiz beslenme, vitamin ve mineral eksikliği bağışıklık sistemimizin zayıflamasına ve hastalıklara karşı vücudumuzun zayıf düşmesine neden oluyor. 

Herbalife Türkiye Danışman Diyetisyeni Canan Aksoy, bağışıklık sistemimizi güçlendirerek sağlıklı bir kış geçirmemiz için kış sebzelerinin tüketilmesini öneriyor

Günlerin kısaldığı, kışın soğuk yüzünü gittikçe daha çok hissettirmeye başladığı bugünlerde vücudumuz hastalıklara karşı direnci azalıyor. Bu yüzden özellikle kış aylarında bağışıklık sistemimizin güçlendirilmesi gerekiyor. Grip ve soğuk algınlığı gibi bağışıklık sistemimizin zayıf anını yakalamaya çalışan sinsi hastalıklara karşı durabilmek için beslenmemize dikkat etmemiz ve vücudumuz için gerekli vitamin ve minerallerden yeterince almamız gerekiyor. Herbalife Türkiye Danışman Diyetisyeni Canan Aksoy, güçlü bir bağışıklık sistemi ve sağlıklı bir kış geçirmek isteyenlerin aradıkları mücizeyi kış sebzelerinde bulabileceklerini belirtiyor. Aksoy, sağlıklı bir kış geçirmek isteyenlere şu önerilerde bulunuyor:

• Kış hastalıklarından korunmak ve savunma kalelerimizi güçlendirmek için A ve C vitaminlerini yeterince tüketmemiz gerekir. Kış sebzeleri ve meyveleri de bu vitaminler bakımından oldukça zengindir. Portakal, mandalina, greyfurt, havuç, kivi, karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası, maydanoz, tere, ıspanak gibi sebzeler ve bitkiler A ve C vitamini açısından zengin besinlerdir. Salata ve sebze yemeklerini ana öğünlerimizde mutlaka bulundurmalı, günde 2-3 porsiyon mevsim meyvelerinden tüketmeye özen göstermeliyiz.

• Sebzeler günlük beslenmemizin vitamin ve mineral kaynağını oluşturur. Sebzeleri soframızda yemek ve salata olarak kullandığımızda günlük posa ihtiyacımızın da karşılanmasına yardımcı oluruz. Posanın günlük olarak düzenli tüketimi bağırsak aktivitesinin düzenli olmasını sağladığı gibi, kan yağlarının düşürülmesine de yardımcı olur. Sebzeler hücrelerimizin hasara uğramasını engelleyen ve böylece kronik hastalıklara karşı bizi koruyan antioksidan öğelerden de zengindirler. Özellikle vitamin kaynağı meyveleri de düzenli olarak tüketmemiz gerekmektedir. Meyvelerin suyunu sıkıp içmek yerine katı olarak tüketmek C vitamininden daha fazla yararlanmamızı sağlar.

• Mevsimlerle beslenme şeklimiz arasında ciddi bir bağlantı var. Doğa mevsimlere göre ihtiyacımız olan besinleri bize sunuyor. Sebzeler yaz sezonuna göre daha çok çeşitlendi. Pırasa, karnabahar, ıspanak, lahana, Brüksel lahanası, kereviz, brokoli sonbahar sebzeleridir.

SONBAHAR SEBZELERİNİN BESİN DEĞERLERİ

Pırasa: Soğan gibi yapısında kükürtlü bileşikler içerir. Bu kükürtlü bileşiklerin antibiyotik, antiviral, tansiyon düşürücü gibi olumlu etkileri olduğu bilinmektedir.

Lahana: Çiğ lahana çok iyi bir C vitamini ve karoten kaynağıdır. Pırasa gibi kükürtlü bileşiklerden zengindir ve histidin aminoasidini de içermektedir. Histidin vücudumuz için mutlaka dışarıdan almamız gereken bir aminoasittir. Histidin, hemoglobinin yapısına girmekte ve folik asidin işlevlerini görmesine yardımcı olmaktadır. Yemeğini pişirdiğimiz beyaz lahanın enerjisi çok düşük olduğu için zayıflama diyetlerinin de baştacıdır. İyi bir ödem söktürücüdür ve beyaz lahana suyunun ülsere oluşumuna engel olan faktörler içerdiği bilinmektedir.

Brokoli: C vitamininden ve beta karoten açısından zengindir. İyi bir kalsiyum ve demir kaynağıdır. Ayrıca brokolinin içinde bulunan sülforafan adlı maddenin antikanserojen bir özellik taşıdığı tespit edilmiştir.

Brüksel Lahanası: Lahana familyasındandır. Özellikleri brokoliyle aynıdır.

Karnabahar: Lahanagillerdendir. İyi bir C vitamini kaynağıdır, yapısında E ve B grubu vitaminleri de içerir. Kükürtlü bileşenlerden zengindir. Kükürtlü bileşenlerin diğer faydalarının yanı sıra antioksidan aktiviteleri de yüksektir.

Kereviz: İçeriğinde yüksek oranda tuz içerir, bu yüzden pişirirken mümkün olduğunca az tuzla pişirmekte fayda vardır. İdrar söktürücü özellik gösterir. Enerjisi düşüktür, 100 gram kök kereviz 40 kaloridir, bu yüzden kilo verme ve koruma diyetlerinde rahatlıkla kullanılabilir.

Ispanak: Demir içeriği yüksek olan ıspanağın, okzalat içeriği yüzünden içindeki demirden insan vücudunun faydalanma oranı düşüktür. Karoten, C vitamini açısından da zengindir. İyot içeriğinin yüksek olunduğu pek bilinmez, ama özellikle büyüme çağındaki çocuklar ve gebelerde alımı çok önemli olan iyot açısından değerli bir besindir.

Kışın D vitamini ihtiyacını balıkla karşılayın
Güneşin kendini daha az hissettirdiği kış aylarında D vitamini ihtiyacını da karşılamamız gerekiyor. Güneşli saatlerde 20-25 dakika kadar açık havada güneşin enerjisini almak D vitamini ihtiyacımızı karşılamamıza yardımcı olacaktır. Balık, omega-3 yağ asitlerini almamızı sağlarken, D vitamini acısından da tercih edilmesi gereken önemli bir besindir. Haftada 2 kez balık yemek kalp sağlığınızı korumaya yardımcı olurken, kemiklerimizin de güneşin eksikliğini (D vitamini yetersizliği) daha az hissetmesine sağlayacaktır.

Bilmeniz gereken 15 diyet sırrı

Günlerce, haftalarca, aylarca hatta daha da abartarak yıllarca kilo vermeye çalıştınız. Tartının özerine çıktığımızdaysa hiçbir zaman yüzünüz gülmedi. Demek ki bir yerlerde yanlış yaptınız!

1.Badem yiyin
Beslenme uzmanları az miktarlarda badem ve ceviz tüketmenin yararlı olduğunu belirtiyor. Canınız atıştırmalık bir şeyler yemek istediğinde çok aşırıya kaçmadan badem, ceviz ya da fındık tüketebilirsiniz. Bu kuruyemişler kalori içerdiği için yerken dikkatli olunması şart. Bademde bulunan iyi yağlar, yağ yakma genlerini harekete geçirir ve kilo vermenize yardımcı olur.

2.Yağ ve karbonhidratları birbirleriyle karıştırmayın
Yağları ve karbonhidratları ayrı tutmalısınız. Vücudunuzun ihtiyacı olan enerjiyi karbonhidratlardan alırsınız. Enerjiyi aldıktan sonra üstüne yağ tüketirseniz, gerekli olan enerjiyi zaten aldığınız için, vücudunuz yağı depolar bu da kilo almanıza neden olur.

3.Aç kalmayın
Her gün aynı miktarda kalori alırsanız, daha İyi hisseder ve daha fazla yemekten kaçınırsınız. Bir gün çok yiyip, ertesi gün aç kalırsanız, kendinizi doymuş hissetmezsiniz. Bu nedenle, her gün aynı sakilde yemeye özen gösterin.

4.İnce arkadaşlar seçin
Belki biraz acımasız olacak ama, zayıf olmak için zayıf arkadaşlar edinmelisiniz. Yapılan araştırmalar, obezitenin bulaşıcı olduğu ve ailesinde ya da çevresinde obez insanlar olan kişilerin de yavaş yavaş obezliğe doğru yaklaştığını gösteriyor. Bu nedenle, zayıf olmak istiyorsanız, çevrenizdeki insanları da diyete yönlendirmelisiniz.

5.Paketlere dikkat
Paket tasarımları, ürünü çekici hale getirmek için yapılır. Bu nedenle ürün paketleri üzerinde yazanlar sizi yoldan çıkartmasın. 'Tuz oranı düşük' ya da 'az kalorili' gibi cümleler sizi kandırabilir. Bu yiyeceklerin sizin için uygun olup olmadığını anlamak için içeriğine göz gezdirmeli ve sonra almalısınız.

6.Protein yüklemesi yapın
Proteinin yağ yakımına yardımcı olduğu biliniyor. Protein, sizi tok tutarken kas yapmanıza da yardımcı olur. Düşük karbonhidrat diyeti, yağların saklanmasını ve sonrasında enerji için kullanılmasını sağlar.

7.Egzersizlerinizde değişiklik yapın
Kendinizi mutsuz ve sinirli hissettiğiniz zaman stres hormonu harekete geçer ve kan şekeri seviyeniz düşer. Bu durumda canınızın tatlı bir şeyler yemek istemesi normaldir. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınızda spor yaparak kan şekeri seviyenizi kontrol altına alabilirsiniz. Spor şeklinizi değiştirebilir, çok ağır egzersizler yapmak yerine yoga gibi daha hafif egzersizleri seçebilirsiniz.

8. Düşüncelerinizi değiştirin
Vücudunuzdan memnun olmamanız psikolojinizi de etkiler. Vücudunuz hakkında iyi hissederseniz, kötü alışkanlıklara daha az yönelirsiniz. Bu nedenle, canınız sıkkın olduğunda çikolataya saldırmak yerine, olduğunuz yerde zıplayabilir ya da bir yere uzanıp bacaklarınızı yukarıya doğru kaldırarak rahatlayabilirsiniz. Yüksek sesle "Çok iyi hissediyorum!" demek de size iyi gelecek. Eğer omuzlarınızı düşürüp, depresif bir biçimde "Çok kötüyüm!" diye etrafta dolaşırsanız, zararlı yiyeceklere saldırmak için hep bahaneniz olur ve bu da kilo almanıza neden olur.

9.Yediklerinizi unutmayın
Gün içinde neler yediğinizi fark etmeyebilirsiniz. Bu nedenle her yediğinizi ve bunların ne kadar kalori içerdiğini bir kâğıda yazın. Yediklerinizi kâğıt üzerinde görmek, ne kadar gereksiz kalori aldığınızı daha iyi anlamanızı sağlar.

10. Ağırlık çalışın
Kadınların en büyük korkularından biri de ağırlık egzersizleri yapmak. Çünkü ağırlıkların onları Arnold Schwarzenegger gibi kaslı vücutlu biri yapacağını düşünürler. Oysa bu oldukça yanlış bir düşüncedir. Erkek ve kadın vücudu arasında büyük fark vardır. Erkeklerle karşılaştırıldığında, kadınlar 30 kat daha az kas yapıcı hormona sahip. Ağırlık çalışması sadece metabolizmanızı harekete geçirir ve daha kolay kilo vermenizi sağlar.

11.İlk siparişi siz verin
Arkadaşlarınızla dışarıda yemek yiyecekseniz restoranda ilk siparişi veren siz olun. Eğer diğerlerinin sipariş vermesini beklerseniz onların seçtikleri aklınızı karıştırır ve siz de onların seçtiği zararlı yiyeceklerden denemek isteyebilirsiniz.

12. Diyet içeceklerden vazgeçin
Kısa vadede diyet içeceklerin bir zararı olmasa da, uzun süreli diyetlerde bu içecekler kilo alımına neden olur. Çünkü bu içeceklerin içinde bulunan tatlandırıcı maddeler, beyine daha fazla kalori tüketmesi gerektiği sinyalini verir ve bu da daha fazla yemenize neden olur.

13. Su için
Günde sekiz bardak su içmek, sadece sizi tok tutmakla kalmaz. Su içmeden ciğerleriniz iyi çalışmaz; bu da yağ yakımını engeller. Bu nedenle, ne olursa olsun, bol bol su içmeye özen göstermelisiniz.

14.'Beş Kuralı'nı uygulayın
'Mumya' filminden hatırlayacağınız güzel yıldız Rachel Weisz'in de uyguladığı 'beş kuralı' basit bir zayıflama yöntemi. Günde beş öğünde, beş ayrı yemek yemeniz gerekiyor. Bu yemekler karbonhidrat ve protein içermeli, glisemik indeksleri de düşük olmalı. Yediklerinizin, şekersiz olmaları ve yararlı yağlar ile liflerden oluşmaları da önemli. Yapacağınız yemeklerin içerisinde beş malzeme kullanmalısınız. Haftada beş gün, beşer dakika, ısınma hareketleri ve egzersizler yapmaksa bir başka kural. Bu diyette önemli olan günde 1.300 kalori yakmayı başarabilmek.

15.Uyku düzeni
Uykusuzluk, metabolizmanızı doğrudan etkiler. Uykusuz kaldığınızda iştahınız açılır ve doyma hissi en az seviyeye iner. Yapılan araştırmalara göre, eğer altı saatten daha az uyuyorsanız obez olma riskiniz yüzde 27 oranında artar.

Kadınlar jinekolojik muayeneden korkuyor!

Türkiye'de yılda ortalama 2 bin kadına yumurtalık kanseri teşhisi konuluyor. Bu kanser çoğunlukla 3. evrede, yani birçok organa yayıldığı dönemde keşfediliyor. Teşhisteki bu ciddi gecikmenin en önemli sebebi ise Türk kadınının jinekolojik muayeneden korkması. 

Ülkemizde kadınların yaklaşık 3'te 1'inin hayatında hiç jinekolojik muayene yaptırmadığını vurgulayan Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Erhan Karaalp, "Kadınların yılda 1 kez yaptıracağı 5 dakikalık muayeneyle jinekolojik kanserler henüz başlamadan ya da çok erken dönemde fark edilebilir. Hiçbir şikâyet olmasa bile bu muayenenin yaptırılması hayati önem taşır" dedi.

Şimdi hayal edin; yıllarca jinekolojik kontrole gitmediniz. Karın şişliğinizi ya da kabızlığınızı, yani vücudunuzun size verdiği çok basit bir sinyali aylarca önemsemediniz. Bir gün geldi; jinekoloğun kapısından girdiniz. Ve kötü haberle çıktınız: Yumurtalık kanserisiniz!

5 dakika önce hayatla ilgili bambaşka hayalleriniz vardı. Şimdi yaptırmanız gereken birçok tahlil, ultrason ve MR'lar var. Üstelik geçirmeniz gereken yaklaşık 3 saatlik bir operasyon sizi bekliyor. 'Patoloji sonucum nasıl' diye endişeleneceğiniz, geçmek bilmek bilmeyen günler gelecek. Ve operasyon her şeyin bitişi demek olmayacak; ne tahliller bitecek ne de kemoterapi süreci! Ya yaşayacağınız üzüntü? Öfke? Acı? Korku? Sevdiklerinizin o zamanki halini hayal ettiniz mi hiç? Bu senaryoyu gerçekten yaşamamak için yılda bir kez 5 dakikalık jinekolojik kontrol yaptırmaya değmez mi…

Bu sözlerin sahibi Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Erhan Karaalp, kadınlara jinekolojik muayenenin erken teşhisteki önemi konusunda uyarılarda bulundu:

YILDA 5 DAKİKALIK MUAYENE HAYAT KURTARIYOR
Sağlık durumunun iyilik halini gösteren check-up' ların kadınlarda bir parçası olan jinekolojik muayenelerin hiçbir şikayet olmasa bile her yıl yaptırılması, kadın sağlığı açısından büyük önem taşır. Zamanınızdan yılda ayıracağınız sadece 5 dakikalık bir muayeneyle jinekolojik kanserler henüz başlamadan fark edilebilir ya da çok erken dönemde tanı konularak tamamen vücuttan temizlenebilirler.

KADINLARIN YÜZDE 30'U HİÇ JİNEKOLOĞA GİTMEMİŞ!
Türk toplumu, Japonlar ve Almanlardan sonra dünyada en sık doktora giden 3. toplum olmasına rağmen aynı duyarlılığı jinekolog kontrolü sırasında göstermiyor.

2012 yılında 12 farklı ilde yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 30'unun hiç jinekoloğa gitmediği üzücü bir şekilde ortaya konmuştur. Maalesef ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde kadınların hasta olmadan sadece kontrol amaçlı jinekoloğa gitme alışkanlıkları çok düşüktür.

KIRSAL KESİMDE TABLO VAHİM
Kentsel kesimde jinekoloğa gitme oranı istediğimiz seviyede değilken, kırsal kesime doğru gidildikçe daha da vahim tablolar karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde doğumu bile ebe eşliğinde yapan, hayatında bir kez bile jinekolog muayenesinden geçmemiş kadın sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. İhmal ve jinekolojik muayene korkusu, hatta en önemlisi bu konunun önemi hakkındaki bilinçsizlik; tarifi imkansız pişmanlıklar ve çaresizlikler doğurmaktadır.

MUAYENE 15 YAŞINDA BAŞLAMALI
Kadınlarda jinekolojik kontrollere şikayet olsun olmasın, ilk kez 15-16'lı yaşlarda başlanmalıdır. Bakirelerde sadece karından yapılan ultrason yeterliyken, cinsel yönden aktif kadınlarda genital muayene-smear ve jinekolojik ultrason her yıl atlanmadan eksiksiz tekrarlanmalıdır.

RAHİM KANSERİ KENDİNİ BELLİ EDİYOR
Yılda bir kez jinekolojik muayene, hayati derecede önemlidir. Çünkü jinekolojik kanserler içerisinde sadece rahim kanserleri kendini vajinal kanama ile erken belli ederler. Bu yüzden erken evrede yakalanma ihtimalleri ve kür sağlama şansı yüksektir. Bu hastaların tanısı her ne kadar ''kanser'' olsa da, bu hastalar basit bir myom (ur) alınıyormuşcasına genişletilmemiş bir operasyonla tamamen sağlığına kavuşturulabilirler.

YUMURTALIK VE RAHİM AĞZI KANSERİ SİNSİ
Diğer jinekolojik kanserler; rahim ağzı, yumurtalık ve tüp kanserleri ise ne yazık ki kendini belli etmeyen, sinsi kanserlerdir. Tüp kanserleri oldukça nadir görülürler; rahim ağzı kanserleri ise daha kanser olmadan yıllık smear takibiyle çok erken yakalanabilir. Bu üçünün içinde tanısı ve tedavisi her şeyiyle en zor olan tür yumurtalık kanserleridir. Yumurtalık kanserleri, dünyada tüm kanserler arasında 4. sıklıktadır ve jinekolojik kanserler içinde ise ölüm oranı en yüksek olanıdır.

HER YIL 2 BİN KADIN YUMURTALIK KANSERİ OLUYOR
Dünyada her yıl ortalama 250 bin kişiye, Türkiye' de ise yılda yaklaşık 2 bin kişiye yumurtalık kanseri teşhisi konulmaktadır. Patogenezinde (hastalığın esas ve gelişimi) hem genetik hem çevresel birçok faktörün rol oynadığı yumurtalık kanserlerinin önemi, geç fark edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hastalar en sık 3. evrede yakalanırlar; yani kanser birçok organa artık yayılmıştır bile!

KARIN İÇİNDE ÖLÜ BOŞLUK TEHLİKESİ!
Yumurtalık kanseri, takipsiz kadınlarda 'karın içerisinde ölü boşluk' diye tabir ettiğimiz bağırsaklar arası boş alanlarda rahatça büyüyebilir; belirti vermeden diğer organlara yayılıp evre atlayabilir. Bu konuda zayıf hastalar göreceli olarak biraz daha şanslıdır. Çünkü zayıf hastalarda kitleler yaklaşık 10-15 cm iken karın şişliği şeklinde kendini belli ederken; obez hastalar 20-30 cm' lere ulaşana dek bu kitlelerin farkına varmayabilirler. 20-30 cm kitleleri olan hastalar, bu halleriyle operasyon olsalar bile, 5 yıllık yaşam şansları yüzde 35-40'lara kadar düşmektedir.

Bir Tokadı Affetmek İkincisine Zemin Hazırlar!

Psikolog Zeynep Kaya, son yıllarda yapılan araştırmalarda kadının şiddeti normalleştirdiği hatta bazı durumlarda erkeğin gösterdiği şiddeti haklı bulduğu gibi çarpıcı sonuçların elde edildiğini açıkladı. 

Kaya, "Kadınlar yaşadıklarının bir şiddet türü olduğundan bile haberdar değil. Atılan bir tokadı affetmek ikincisine zemin hazırlar. Kadına yönelik şiddeti önlemede erkeğin de eğitilmesi şart" uyarısını yaptı.

Kadına yönelik şiddet korkutucu boyutlara ulaşırken araştırmalar, kadının şiddeti normalleştirdiği hatta bazı durumlarda erkeğin gösterdiği şiddeti haklı bulduğu gibi çarpıcı sonuçlar ortaya çıkardı. Kadının, yaşadıklarının bir şiddet türü olduğundan haberdar bile olmadığına dikkat çeken uzmanlar, kadına yönelik şiddeti önlemede kadınlar kadar erkeklerin eğitiminin de hayati önem taşıdığını açıkladı.

Kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali aynı zamanda toplumsal bir sağlık sorunu olduğunu vurgulayan PSYCASE Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık'tan Psikolog Zeynep Kaya, "Şiddet önce sözel başlıyor ve fiziksel şiddet zamanla dozunu artırarak geliyor. Burada önemli olan ilk şey kadının şiddet konusunda farkındalığının olmaması. Kadının şiddetin her türlüsünün kişilik haklarına saldırı olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Atılan bir tokadı affetmek ikincisinin gelmesine zemin hazırlar" uyarısını yaptı.

Şiddet, eğitim ve refah düzeyinden bağımsız!
Günümüzde yaş, eğitim ve refah düzeyinden bağımsız bir hal alan şiddetin ve erkeklerde yaygınlaşan hem sever hem döver algısının ne yazık ki aileden geldiğini de hatırlatan Psikolog Zeynep Kaya, "Şiddeti normalleştirmiş kadınların çoğunun evlenmeden önce aile içinde de şiddete maruz kaldığı biliniyor. Çocuk ailede nasıl bir iletişim öğreniyorsa yetişkinlikte o iletişimi ilişkisine uyguluyor. Aile içinde şiddete maruz kalması kadar tanık olması da etkili" dedi.

* Psikolog Zeynep Kaya
Şiddetin çocuğun benlik algısını ve kendini sevebilme becerisini körelttiğine de dikkat çeken Kaya, şunları söyledi: "Bu yüzden birey yetişkinliğinde de kendini değerli görmüyor. Yaşadığı bir şiddet durumunda bunu önemsemiyor, içselleştiriyor. Bu durumda şiddet gören bir çocuk uzun vadede karşımıza şiddeti uygulayan olarak da, şiddete maruz kalan kişi olarak da çıkabilir. Bu yüzden kısa vadede kadını eğitmek, hakları olduğunu göstermek iyi bir eylem planı olsa da asla yeterli değildir. Şiddet gördüğü için sadece kadının eğitilmesi sorunu çözmeyecektir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için erkeklerin eğitilmesi kadınların eğitilmesi kadar önemli."

Tedavi şart!
Kadının şiddet karşısında çaresiz olmadığını bilmesini ve haklarının farkında olmasının onu şiddetten koruyucu bir kalkan vazifesi görebildiğini açıklayan Psikolog Zeynep Kaya, şu uzman tavsiyesinde de bulundu: "Şiddet uygulayan kişinin öfkesini kontrol etmesini öğrenmesi için ilaçlı ya da psikoterapiyle tedavi edilmesi gerekebilir. Bazı durumlarda çift terapisinin de yararlarını görebiliyoruz.

Bütün bunların yanı sıra şiddetin toplumsal bir sağlık sorunu olduğundan bahsediyorsak kadının tek başına aldığı önlemeler yeterli olmayabilir. Toplum olarak bilinçlenmek ve yasalarla kadınların haklarını güvence altına almak şart."

20 Şubat 2016 Cumartesi

Seksi hamile olmanın sırları


Size 7 önerimiz var! Bunları uyguladığınızda çok seksi bir hamile olabilirsiniz.

Hamile kaldınız, çok mutlusunuz. Ama alınan kilolar, vücudunuzdaki değişimler, değişen hormonlar, bambaşka bir giysi dolabı özgüveninizi etkileyebilir...

Hemen kasedi geri sarın, burada yazanları okuyun ve hemen uygulamaya başlayın! Unutmayın, hamileyken de çok güzel ve seksi görünebilirsiniz.

En temel kural: hisset!

Bunu hemen her yazımızda belirtiyoruz. Çünkü seksi olmanın temelinde yatan en önemli şey seksi 'hissetmek'! Kendinize güveniniz olmadığında, kendinizi güzel ve seksi hissetmediğinizde bu direk olarak görünüşünüze yansır. Dolayısıyla karşınızdaki de aynı sizin gibi düşünür; yani sizin seksi olmadığınızı. Ama siz dik durup, kendinizi ne kadar güzel hissettiğinizin farkında olursanız, karşınız da sizi bir o kadar çekici bulacaktır. Erkeklerin kendine güvenen kadınları her zaman çok seksi bulduğunu unutmayın!

Kendinizi bırakmayın

"Zaten kilo aldım", "Nasıl olsa hamileyim", "Yapacak bir şey yok" düşüncelerinin arkasına sığınmayın! Hamilelik sizin için kendini salma bahanesi asla olmasın. Çünkü bu birçok hamilenin yaptığı bir hatadır. Şöyle düşünün; zaten yediğinize, içtiğinize çok dikkat ettiğiniz için sağlıklı görünmeye çok meyillisinizdir. Bir de üstüne formunuzu korumak için kendinize bakımlar yapın; yürüyün, yoga yapın, saçlarınıza bakım uygulayın, manikür ve pedikürünüzü düzenli olarak yaptırın, cildinize nemlendirici bakımlar uygulayın…

Hormonların tadını çıkarın

Hamileliğin üçüncü ayından itibaren hormonların saçlarınıza parlaklık ve sağlık kazandırdığını biliyor muydunuz? Veya muhteşem çalışan kan dolaşımınızın cildinizin hücrelerini taptaze kıldığını? Veya yine hormonların tırnaklarınızın daha sağlıklı ve hızlı uzamasını sağladığını? İşte aslında sizi moralman olumsuz etkilediğini düşündüğünüz hormonlarınız, görünüşünüzde oldukça işe yarıyor! Dolayısıyla değişen hormonlarınız yüzünden kendinizi kötü hissettiğinizi veya ne kadar kilo aldığınızı düşünmek yerine, ne kadar sağlıklı olduğunuzu kendinize söyleyerek, hormonlarınızın tadını çıkarın.

Tabuları yıkın

"Hamileyseniz seksi olmayacaksınız", "Karnınız büyüdü diye vücudunuz dinçliğini kaybeder", "Hormonlarınız yüzünden mutsuz ve depresif olacaksınız"… Hemen bu tabuları yıkın. Elbette çok kolay olmaz bu değişimlerle başa çıkmak, bu tabuları yıkmak. Ama siz yine de kendinize ayıracağınız vakitlerde bir spa merkezine gidip masaj yaptırarak veya ne kadar mutlu hissettiğinizi kendinize sık sık söyleyip hatırlatarak bu tabulardan arınmış bir hamilelik geçireceksiniz. Bu pozitifliğiniz de size ve dolayısıyla karşınızdaki herkese iç ve dış 'güzellik' olarak yansıyacak.

Giyimde ince detaylar

Her tarafınızı örtecek, kendi bedeninizden 2-3 beden büyük bol elbiseler kendinizi pek de seksi hissetmenizi sağlamayacaktır. Tabi birbirinden güzel hamile kıyafetlerini göz ardı etmemek gerek; fakat bizim size tavsiyemiz, kesimlerde bolluğa gitmek yerine beğendiğiniz bölgelerinizi göstermeniz… Yani göğsünüz, sırtınız, kollarınız, beliniz; nerenizin en güzel olduğunu hissediyorsanız, o bölgenizde dekolteye ağırlık verin Ayrıca hamilelik süresince göğüslerin 1-2 beden büyümesiyle de dişiliğinizin tadını çıkarmanızı öneririz! Diğer bir önemli detay ise iç çamaşırları… Hamileler için tasarlanmış ten rengi kocaman külotlar yerine (Bridget Jones filmini hatırlayın), siyah dantelli iç çamaşırlarına devam edin! Büyümüş olan göğüslerinizi de seksi sutyenlerle destekleyin.

İlişkinize özenden vazgeçmeyin

Eskiden mum ışığında yemekler yerdiniz, haftasonları kaçamak tatiller yapardınız ve şehvetli geceler mi geçirirdiniz? İlişkinizdeki bu heyecan ve özen neden şimdi de olmasın? Siz yine şık gece elbisenizi giyip ona mum ışığında bir akşam yemeği hazırlayabilir, yine keyifli ve dinlendirici kısa tatiller yapabilir veya yine birlikte unutulmaz bir banyo macerası yaşayabilirsiniz. Sadece bunları hala ve her zaman yapabileceğinize inanmanız yeterli…

Korkularınızı yenin

Kadınlar da erkekler de hamileyken seks yapmaya, bebeği inciteceği veya hamileliği olumsuz etkileyeceği gibi görüşler nedeniyle pek de sıcak bakmazlar. Seks hayatınızı korumak ve devam ettirmek istiyorsanız, öncelikle ikiniz de bu korkularınızdan arınmalısınız.

Hızlı kilo vermek kalp krizini tetikliyor

Enfeksiyonlarda ateşin yükselmesi, kalbin hızlanması, tansiyonun yükselmesi bunların hepsi kalp krizini tetikler. 

Hızlı kilo vermek de sakıncalı, bu da kalp krizini tetikliyor. Kontrollü olarak doktorun takibinde, kalbin durumunu bilerek kilo vermek gerekiyor. İş dünyası en fazla risk altında olan gruplardan birisidir çünkü devamlı değişen şartlar, ister istemez stres yüklüyor. O da koroner arter hastalığını tetikliyor. Onların daha da dikkatli olması gerekiyor, hem kendileri hem ülke için.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Bayezid, ani olan her şeyin kalp krizini tetiklediğini ifade ederek, "Enfeksiyonlarda ateşin yükselmesi, kalbin hızlanması, tansiyonun yükselmesi bunların hepsi kalp krizini tetikler. Hızlı kilo vermek de sakıncalı, bu da kalp krizini tetikliyor. Kontrollü olarak doktorun takibinde, kalbin durumunu bilerek kilo vermek gerekiyor"

ERİŞKİNLERDE EN SIK ÖLÜM NEDENİ

Bayezid, kalp hastalıklarının dünyada birinci ölüm nedeni olduğuna dikkati çekerek, özellikle erişkinlerin en çok kalp hastalığından hayatını kaybettiğini dile getirdi.

Koroner arter hastalığı olanların düzenli kontrollerden geçmesini öneren Bayezid, hastaların buna uygun yaşamaları gerektiğini, ailesinde bu hastalık bulunanların daha çok dikkat etmesi gerektiğini söyledi.

KALP DAMAR HASTALARI DÜZENLİ YÜRÜYÜŞLER YAPMALI

Kalp damar hastalarının düzenli yürüyüşler yapması gerektiğinin altını çizen Bayezid, şunları söyledi:
"Ama mutlaka her spordan önce bilinmesi gereken iki önemli şey vardır. Kalp kasları uygun mu, kontrol ettirmeli. Kalp kapaklarından veya kalp kaslarından dolayı spor yapmasına engel olacak veya spor yapmasında risk getirecek bir şey var mı? Kalp damarları, yani koroner arterler. Kalp damarlarını bilmeden spor yapmaya kalkanlar veya kalp kası zayıf olanlar ani ölümle karşılaşabiliyor. Onun için risk faktörü olan kişiler düzenli kontroller yaptırmalı. Kalp hastalığı olduğu bilinen hastalar, mücadele gerektiren sporlar değil, düz yürüyüşler, bisiklet ve yüzme gibi bireysel, kendilerini çok yormayacak sporları yapmaları gerekir. Çünkü spor yaparken hem tansiyon yükseliyor, kalp ondan dolayı yoruluyor hem de kalp krizi geçirme riski artıyor."

ANİ OLAN HER ŞEY KALP KRİZİNİ TETİKLER

Bayezid, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesinin Türkiye için de büyük bir kayıp olduğunu dile getirerek, şöyle dedi:

Ani olan her şey kalp krizini tetikler. Birden gelişen, vücudun metabolizmasının etkilenmesi, kan şekerinin etkilenmesi, oksijen şartlarının azalması, gribal enfeksiyonlar, kronik hastalıklar başta olmak üzere birçok faktör kalp krizinde rol oynuyor. Enfeksiyonlarda ateşin yükselmesi, kalbin hızlanması, tansiyonun yükselmesi bunların hepsi tetikler. Hızlı kilo vermek de sakıncalı, kalp krizini tetikler. Kontrollü olarak doktorun takibinde, kalbinin durumunu bilerek kilo vermek gerekiyor"

"OBEZİTE DE KALP KRİZİNİ TETİKLER"

Prof. Dr. Bayezid, şişmanlığın kalbe yük yüklediğini anlatarak, 60 kilo bir insanın kalbi kanlandırıp beslemesinin başka, 80 kilo birisinin o miktarda dokuya kan taşımasının, pompalamasının başka olduğunu belirtti.

Obez hastalarda guatr, şeker hastalığının da gelişebileceğini ifade eden Bayezid, "Obezite de kalp krizini tetikler. Bunların ilgili doktorlar tarafından tespit edilip, ideal kiloya yavaş yavaş getirilmesi daha uygun olur" diye konuştu.

"İŞ DÜNYASI RİSK ALTINDA"

Göğüs ağrısı bulunanların dikkatli olmasını öneren Bayezid, göğsün orta noktasına, boyna, çeneye, sol kola veya her iki kola yayılabilen, eforla ortaya çıkan göğüs ağrılarının kalp damar hastalığının habercisi olabildiğini söyledi.

Bazen ağrıların mide, sırt bölgesinde, boyunda sıkışma tarzında da olabildiğini belirten Bayezid, bazı şeker hastalarının hiç ağrı duymadan da kalp krizi geçirebildiğini anlattı.

Prof. Dr. Bayezid, "İş dünyası en fazla risk altında olan gruplardan birisidir. Çünkü devamlı değişen şartlar, ister istemez stres yüklüyor. O da koroner arter hastalığını tetikliyor. Onların daha da dikkatli olması gerekiyor, hem kendileri hem ülke için" dedi.

18 Şubat 2016 Perşembe

Aşırı Yük Kaldırmak Bel Kaymasına Neden Olabilir

Aşırı ve dengesiz yük kaldırma, ileri yaşa bağlı kemik yıpranmaları ile yanlış hareketler sonucu bel kayması sorunu ortaya çıkabiliyor. Günlük yaşamın yüksek temposunda sık görülen ve hareket kabiliyetini sınırlayan bel kaymaları, manuel terapi sayesinde el manevraları ile giderilebiliyor. 

Memorial Wellness Sağlıklı Yaşam Merkezi Manuel Tıp Bölümü'nden Dr. Metin Mutlu, bel kayması ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Ayakta dururken bel ağrılarınız artıyorsa…
Omurlardan birinin bir alttaki omurun üzerine binmesi ile oluşan bel kaymaları, ayakta dururken ya da yürürken belde yaşanan dayanılmaz ağrılar, bacaklarda ağrı, uyuşma ve yanma hissine neden olmaktadır. Spondilolistezis adı verilen öne doğru bel kaymaları sık görülürken, retrolistezis yani geriye doğru bel kaymaları nadiren ortaya çıkmaktadır. Bel kaymalarında ağrı genellikle belde başlayarak genital bölgeye, uyluk arka yüzeyine ve ayağa kadar yayılarak bu bölgelerde uyuşma ya da hissizliğe sebep olabilmektedir. Kadınlarda erkeklere göre daha sık rastlanan bel kaymalarının sebep olduğu ağrılar ayakta durmak ya da hareket etme durumlarında artmaktadır.

Sırt, bel, kalça kasları güçlendirerek bel kaymaları engellenebilir
İş ve sosyal yaşamı olumsuz etkileyen önemli bir sorun olan bel kaymalarından korunmak için bazı kişisel önlemlerin alınması önemlidir. Öncelikle fazla kilolardan kurtulmak ve ideal kiloda kalmak önemlidir. Aşırı ve bilinçsiz yük kaldırmaktan kaçınılmalıdır. İleri yaşlarda vücuttaki kemik ve bağlardaki yıpranmaları engellemek için karın, sırt, bel ve kalça kasları güçlendirici egzersizler yapılmalı, günlük yaşam aktiviteleri düzenlenmelidir.

Ağrılarınız el yordamı ile son bulabilir
Bel kayması yaşayan hastaların bir kısmında omurga ve eklemlerindeki ağrı ve fonksiyon bozuklukları herhangi bir cerrahi operasyona gerek kalmadan giderilebilir. Birinci ve ikinci derece bel kayması yaşayan hastaların omurga, kas ve eklemlerde oluşan ağrı ve fonksiyon bozuklukları sadece elle yapılan bazı özel manevra ve hareketler uygulanarak manuel terapi yöntemi ile tedavi edilebilmektedir. El becerileri gerektiren pasif ancak teknik hareketlerle yapılan manuel terapi, başarılı sonuçlar sağlamakta ve hastaların yaşam konforunu yükseltmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, manuel terapinin bu konuda uzman kişilerce ve donanımlı merkezlerde yapılması gerektiğidir.


Haftada 150 dakika 'yürüyüş' hayat kurtarıyor

İngiltere'de yapılan bir araştırma, haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binmek gibi orta şiddetli aktivitenin, yaşam süresini uzattığını, kaliteli uyku sağladığını, depresyon ile bunama riskini azalttığını ve hastalıklara yakalanma riskini düşürdüğünü ortaya koydu.

İngiltere sağlık bakanlığı ortaklığında ülkenin önde gelen sivil toplum kuruluşları "Ramblers" ve "Macmillan Cancer Support" tarafından gerçekleştirilen araştırma ile hastalıklara bağlı ölümlerin engellenmesinde fiziksel aktivitenin etkisinin ölçülmesi ve bu doğrultuda yerel yönetimlerin fiziksel aktivite imkanlarını arttırması için teşvik edilmesi amaçlanıyor.

Haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binilmesi gibi orta şiddetli aktivite yapılması halinde hastalıklara bağlı ölümlerin azaldığını ortaya koyan araştırma, düzenli yürüyüş yapılması halinde 7 bin göğüs, 5 bin bağırsak kanseri, 295 bin diyabet vakasının görülmesini önlediğini ve yaklaşık 12 bin kalp hastasının acil müdahale riskini azalttığını gösteriyor.

"Türkiye, hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülke"

Yapılan çalışmayı değerlendiren İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Spor Hekimi Prof. Dr. Erdem Kaşıkçıoğlu da araştırmanın düzenli yürüyüşün insan sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini söyledi.

Hareketsiz yaşamın "dünyada ölüm sebepleri arasında 4. sırada yer aldığını" belirten Kaşıkçıoğlu, "Dünya Sağlık Örgütüne göre hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülkeyiz" diye konuştu.

Sağlıklı bir yaşam için mutlaka yürüyüş yapılması gerektiğini vurgulayan Kaşıkçıoğlu, şunları kaydetti: "Çünkü yürüyüş, hareketin en masum ve en doğal şeklidir. Yürüyüş herkesin rahatlıkla yapabileceği, basit ve bedava bir yöntem. Haftanın 3 günü veya daha fazlasına yayarak toplamda 150 dakika yürüyüş öneriyoruz. Fakat, ülkemizde şehir planlama, özellikle kaldırım yapılanmaları konusunda ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. Yürüyüş alanlarının insanlar için mutlaka yaratılması gerekiyor. Yürüyüş, aynı zamanda meme kanseri, kolon kanseri gibi birçok hastalık için önleyici oluyor. Elimizde yürüyüş gibi ani ölümleri engelleyen, kilo kontrolü sağlayan, kalp ve damar hastalıklarını ve şeker hastalığını engelleyen bir ilaç var ve insanlarımız bu ilacı kullanmayı reddediyor. Bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor."

Alışveriş Bağımlısı Eşler Mutluluk Oyunu Oynuyor!

Sürekli alışveriş yapan, alışveriş bağımlılığı olan kişiler, eşlerinde psikolojik sorunlara yol açıyor. 

Eğer bir ilişkide iki taraf da takıntılı ve aşırı alışveriş yapıyorsa, sorun inkâr edilerek danışıklı dövüşe dönüyor. Her ikisi de sadece anı yaşayarak çatışmalardan kaçınıyor ve mutluluk oyunu oynuyor.

Uzmanlar alışveriş bağımlılığının tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olduğunu ifade ediyor.
Alışveriş yapmayı takıntı haline getiren, mutluluğu sürekli bir şeyler satın alarak bulacağını sanan alışveriş bağımlısı kişilerin, eşlerinde de psikolojik sorunlar yaşatabildiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, bu kişilerin alışveriş bağımlısı eşlerini mutlu edebilmek amacıyla sorunu görmezden gelebildiklerini söyledi.

Bağımlılık Görmezden Geliniyor!

Ünsalver'in verdiği bilgilere göre, eşi alışveriş bağımlısı olan eş, eşini mutlu edebilmek adına alışveriş sorununu görmezden gelebilir. Ya da bağımlı olan eş, alışveriş sorunu yaşayan eşinin duygularını ve mali davranışlarını kontrol ederek düşük olan özgüvenini artırabilir. Aslında alışveriş bağımlılığının diğer eş tarafından desteklenmesi evlilik ilişkisini güçlendirir gibi gözükse de, bu durum sorunun daha da derinleşmesine neden olur. Öyle ki bazı ileri vakalarda, alışveriş bağımlısı eşinin harcamalarını karşılamakta güçlük yaşayan kişi, bu durumdan kendisini sorumlu hissederek başkalarından borç almaya ya da kaynak oluşturabilmek için ek işler yapmaya yönelebilir. Öte yandan bağımlı olan eş, eşinin alışveriş sorununu açık bir şekilde konuşmaktan kaçınır çünkü kendisine kızmasından ya da terk etmesinden korkar. Alışveriş sorunu olan kişi ne kadar harcama yaparsa yapsın bir türlü mutlu olamayacak; bu durumda eşi de yetersizlik hissedecek, kendine güveni daha da azalacak, zamanla öfke ve pasif agresif davranışlar sergileyecektir.

Eşler Mutluluk Oyunu Oynuyor!

Bazen, eşlerin her ikisinde birden alışveriş takıntısı bulunabildiğini bu durumun, sorunu ikiye katladığını kaydeden Ünsalver, iki eşin de sorundan kaçarak mutluluk oyunu oynayabileceklerini belirtti. Ünsalver şöyle dedi:
"Eğer bir ilişkide iki taraf da takıntılı ve aşırı alışveriş yapıyorsa, sorun inkâr edilerek danışıklı dövüşe döner. Her ikisi de sadece anı yaşayarak çatışmalardan kaçınır ve mutluluk oyunu oynarlar. 'Parayı mezara mı götüreceğiz?' düşüncesi birikim yapmanın ya da iktisatlı davranmanın önünü tıkar. Alışveriş sorununu konuşmamak ya da görmezden gelmek için sessiz bir anlaşma imzalanmış gibidir. Bazen eşlerden birinin alışveriş yapması diğerini de tetikleyebilir. Koca, eve yeni model cep telefonuyla geldiğinde karısı ertesi gün alışveriş merkezine gidip o sabah gördüğü fakat pahalı olduğunu düşündüğü için almaktan vazgeçtiği ayakkabıları satın alabilir. Bazen de eşin alışveriş yaptığını görmek, diğer eşin yaptığı alışverişten duyduğu suçluluğu onarabilir. İki tarafın da sorunlu olması tablonun gizli kalmasına ve çözümün gecikmesine neden olur."

Alışveriş Bağımlılığı Tedavi Edilmeli

Alışveriş yapmayı bazı kişilerin eşi ile yaşadığı sorunlardan uzaklaşmanın bir yolu olarak gördüğünü belirten Ünsalver, eşle yaşanan sorunları çözmek için uzmandan destek almaları gerektiğinin altını çizdi. Eşin desteğinin tedavide iyileşme sürecini hızlandırdığını söyleyen Ünsalver, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Alışveriş sorunu olmayan eş, alışveriş sorunu konusunda olabildiğince şefkatli fakat aynı zamanda alışveriş davranışından kendini ayırmış olmalıdır. Eşinin bir sorun yaşadığını, bunun bir hastalık olduğunu görüp onu yargılamamalı, nasihatte bulunmamalı ama eşe destek vermek için alışveriş davranışına da eşlik etmemelidir. Eğer ağır düzeyde bir alışveriş sorunu varsa, eş aileyi koruyabilmek adına gerekirse kendi hesaplarını ayırmalıdır.

Sürekli borçları kapamak ya da alışverişleri görmezden gelmek sorunun yok olduğu anlamına gelmez. Çiftler, eş kurtarıcı rolünü üstlenmekten uzak durarak çökkünlük ve yıpranmaktan kendilerini koruyabilirler."