30 Ocak 2016 Cumartesi

Kilo Almak İsteyenlere Özel 14 Beslenme Önerisi

Fazla kilolu veya obez bireylerin sayısı; zayıf olup kilo almak isteyen kişilerin sayısından çok daha fazla olduğu için 'kilo vermek isteyenler' ile ilgili beslenme önerini anlatan Uzman Diyetisyen İpek Ağaca, sosyal paylaşım siteleri üzerinden kilo almak isteyen kişilerden pek çok özel mesaj aldığını belirterek, kişilerin kendileri için daha sık beslenme önerileri istediğini belirtti.

Sağlıklı ve kalıcı kilo alımı; kilo vermeye oranla daha zorlu bir süreçtir…
‘Aman canım sen de! Kilo almak istiyorsan bol bol çikolata ye, cips, poğaça, börek ye; kiloları alırsın. Bak biz kiloları vermeye çalışıyoruz; sen ise neyden bahsediyorsun…’ gibi öğütleri pek çoğumuz zayıf olan arkadaşlarımıza söyleriz veya söylenildiğini duyarız. Sanıldığının aksine zayıf kişilerin kilo alması hiç de kolay değildir. Hatta iştahsızlıktan şikâyetçi zayıf bir kişinin kilo alması; fazla kilolu olan birinin kilo vermesine nazaran çok daha zordur. Mutlaka uzman desteği gerekir.

Kilo almak istiyorsunuz; nasıl başlamalı?
Eğer ideal kilonuza ulaşmak için kilo almak istiyorsanız önce bir Endokrinoloji uzmanı doktora muayene olmalısınız. Tüm tetkikleriniz yapılacak; herhangi bir kronik hastalık vb. durum olup olmadığı doktorunuz tarafından araştıracaktır. Yeme davranışı bozuklukları tespit edilirse psikiyatrist ve psikolog ile görüşmek faydalı olur. Ardından beslenme programınız için bir Diyetisyen’e başvurmalısınız. Diyetisyeninizin sizin için hazırlayacağı ‘Kişiye özel diyet programı’ sayesinde sağlıklı kilo alımı ile ideal kilonuza ulaşabileceksiniz.

Eğer kilo almak istiyor ve ideal kilonuza ulaşmak istiyorsanız bir Diyetisyen’e başvurmalısınız.
Önemli olan sadece ‘kilo almak’ değildir; ‘Sağlıklı ve kalıcı kilo almaktır. (Sağlıklı beslenme alışkanlığı edimekk). Yağ ve kas kitlesi dengesini sağlayarak kişinin sağlıklı kilo almasını sağlamak, ancak bir diyetisyen danışmanlığında mümkün olabilir.

KİLO ALMAK İSTEYENLERE ÖZEL 14 BESLENME ÖNERİSİ:

1.ELİNİZİN ALTINDA KURUMEYVE BULUNDURUN
Ofisinizdeki masanızda, çekmecenizde; çantanızda; arabanızda; evinizin çeşitli yerlerinde kuru meyve bulundurun. Kuru meyvelerin kalori içeriği yüksek olmakla birlikte; posa, vitamin ve mineral içeriği olarak da oldukça zengindir. Kuru meyveleri ara öğünlerde tüketerek hem sağlıklı beslenmiş olursunuz, hem de enerji katkısı sağlamış olursunuz.

2- SÜTLÜ TATLI TÜKETMEYİ İHMAL ETMEYİN
Gün içerisinde ara öğünlerden birinde sütlü tatlı tüketmelisiniz. Sütlü tatlılar, protein ve kalsiyum alımınıza katkı sağlarken; aynı zamanda kilo almanız için ihtiyacınız olan enerji için iyi bir destekleyicidir. Besin değeri yüksek olan sütlü tatlılar, sağlıklı beslenerek kilo almanıza yardımcı olacaktır. Keyifle tüketeceğiniz sütlü tatlınızın üzerine de ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlardan ilave etmeyi unutmayın.

3-KAHVALTIDA ÇAY YERİNE TAZE SIKILMIŞ MEYVE SUYU/ SÜT TERCİH EDİN
Kahvaltınızda çay veya kahve yerine taze sıkılmış meyve suyu veya süt tercih edin. Böylece kahvaltı menüsünün enerji içeriğini de yükseltmiş olursunuz. Taze sıkılmış meyve suları vitamin deposudur; bağışıklık sistemini güçlendirmede yardımcı olur. 1 büyük bardak taze sıkılmış meyve suyunun kalori içeriği 3-5 porsiyon meyveye denk gelmektedir. Meyve suyunuzu şişkinlik yaratmaması adına kahvaltı sonrasında da içebilirsiniz.

4- SİGARA İÇİYORSANIZ BIRAKMALISINIZ
Kilo almak ve ideal kilonuza ulaşmak istiyorsanız sigarayı bırakmalısınız. Sigaranın iştahı kapattığı ve sigaradaki nikotin maddesinin metabolizmayı hızlandırıcı etkisi olduğu bilinmektedir. Kilo alma bahanesi ile; pek çok sağlık sorununa sebep olan sigaradan da kurtularak sağlıklı yaşam için bir büyük adım daha atmış olacaksınız.

5- SIVI TÜKETİMİNİZİ KONTROL ALTINA ALIN
Günlük ortalama 1,5-2 lt.’den fazla su tüketmemeye çalışın. Gereğinden fazla su tüketimi midede doygunluk hissini arttırır ve farkında olmadan ihtiyacınızdan az besin tüketirsiniz. Fazla miktarlarda sıvı tüketiyorsanız sıvı gıdaların tüketimini de azaltmalısınız. Örneğin yemek öncesi 3 kepçe çorba içmek yerine 1 kepçe tercih edin. Böylece çorbanın ardından gelecek olan ana yemeği çok daha rahat tüketebilirsiniz.

6- ARAÖĞÜNLERDE SÜT/ YOĞURDUN İÇİNE REÇEL/BAL İLAVE EDEREK TÜKETİN
Günlük kalsiyum ve protein alımını sağlamak ve sağlıklı beslenmek adına gün içerisinde ortalama 3-6 porsiyon süt/yoğurt tüketimi sağlanmalıdır. Ana yemeklerde tüketilen süt ürünlerinin dışında bu besinleri ara öğünlerde de tercih edin. Sizlere bir öneri: sütünüze veya yoğurdunuza bal, reçel gibi enerji içeriği yüksek olan lezzet verici besinler ilave edebilirsiniz.

7- ASİTLİ İÇECEKLER YERİNE EV YAPIMI LİMONATA VEYA MEYVE SUYU TERCİH EDEBİLİRSİN
Kola, gazoz gibi asitli içecekler yerine sağlıklı olan ev limonatası, meyve suları, meyve kompostoları tercih edin. Böylece daha doğal ve sağlıklı beslenmiş olacaksınız. Limonatanıza, kompostonuza bal veya pekmez ilave etmeyi unutmayın.

8-TÜKETECEĞİNİZ YAĞIN CİNSİ ÇOK ÖNEMLİ
Kilo almak için bol yağlı yemekler tüketmek sanıldığının aksine doğru değildir. Yeterli miktarlarda yağ içeren besinler tüketilmelidir. Kilo almak istiyorsanız bol tereyağı besinler tüketmek yerine sağlıklı beslenmenizi sağlayacak olan zeytinyağı gibi sıvı yağlar tercih edin. Pişirilen yemeklerinizde de ayçiçeği yağı, mısırözü yağı, vb. sıvıyağları tercih edin. Et koyduğunuz yemeklere ayrıca yağ eklemenize de gerek yok.

9-YEMEK YEDİĞİNİZ ORTAM FERAH, TEMİZ, RAHATLATICI OLMALI
İştah durumu, psikolojik etkenlerden etkilenebilir. Stresli bir ortamda yemek yemek keyifli olmaz. Karışık, çok eşya olan, havasız bir ortamda yemek yerken farkında olmadan daha az yemek yer, biran önce yemek bitsin istersiniz; iştah durumunuz da olumsuz şekilde etkilenir. Yemek yediğiniz ortamın sizin için keyifli bir yer olmasına özellikle dikkat edin; yemek saatlerini iple çekeceğiniz güzel zamanlar haline getirmenizi öneririm..

10- DOKTORUNUZ VE DİYETİSYENİNİZ BİLGİSİ DAHİLİNDE ENTERAL ÜRÜN KULLANILABİLİR
Gerek görüldüğünde günlük tüketimlerinize toz karbonhidratlar, toz proteinler eklenebilir; bu toz karışımlar süt veya meyve suyu ile karıştırılarak tüketilebilir. Enteral içecekler de ara öğün olarak tüketildiğinde günlük alınan enerji, protein, karbonhidrat ve yağ alımına katkı sağlamış olur.

11- YEMEK EŞLİĞİNDE İÇECEK TERCİH ETMEYİN
Ana öğünlerde yemek yerken içecek tercih etmemelisiniz. İçecekler midede yer kaplar, tokluk hissi verir ve çabuk doygunluk yaşamanızı sağlar. Ayrıca yemekler ile aynı anda tüketilen içecekler kişilerde şişkinlik de yaratabilmektedir. Su veya diğer içecek tüketimlerinizi yemekten ortalama 30-45 dakika önce veya 30-45 dakika sonra yapmaya özen gösterin.

12-SALATALARINIZI ZENGİNLEŞTİRİN
Ana öğünlerinizde mutlaka salata tüketin. Salata gerekli posa alımını ve vitamin-mineral alımına katkı sağlar. Salatalarınızın miktarı çok olmamalıdır. Salatanızın besin değerini arttırmak için bir öneri vermek istiyorum: Salatalarınızın içine ceviz, zeytinyağı, peynir ve zeytin ilave edin (Ek olarak 1 adet haşlanmış yumurta da ilave edebilirsiniz). Hem çok sağlıklı ve lezzetli bir salata tüketmiş olacaksınız; hem de enerji alımınıza katkı sağlamış olacak.

13-SPOR YAPIN
Sağlıklı ve mutlu bir yaşam için spor yapmalısınız. Ağırlık kaldırma, vb. kas artışına sebep olan sporlardan faydalanabilirsiniz; ama mutlaka bir uzman desteği alarak size uygun olan bir egzersiz programı uygulamalısınız.

14-KALORİ VE BESİN DEĞERİ İÇERİĞİ YOĞUN OLAN BESİNLERİ TERCHİ EDİN.
Midenizde çok yer kaplamayacak; ama besin değeri ve enerji içeriği yoğun olan besinleri tercih etmeniz kilo almanıza yardımcı olur. Örneğin salata midede çok yer kaplar, tokluk sağlar ve kalori içeriği düşüktür. Bu yüzden salatayı çok miktarda tüketmek kilo almanızı engelleyebilir. Enerji içeriği yoğun olan besinlere (ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar; kuru meyveler; sütlü tatlılar; malt içecekleri; evde yapılmış kekler (kuru meyveli, cevizli); tahin; pekmez gibi ) günlük beslenmenizde sıklıkla yer vermelisiniz.

(Yukarıda yer alan öneriler, kilo almak için genel beslenme önerileridir; kesin sonuç için size en yakın Diyetisyen ile görüşmelisiniz.)

Gerçekten zayıf mısınız?
İdeal kilonuzun altında olup olmadığınızı anlamak için Beden kitle indeksinizi hesaplayabilirsiniz. Kilonuzun kg. cinsinden vücut ağırlığını, boyunuzun m. cinsinden karesine bölerek hesaplayabilirsiniz. Beden kitle indeksiniz 18.5 kg/m²' den az ise zayıfsınız. Kilo almak için uzmana danışmanın artık zamanı gelmiş.

Çok zayıf kişilerde kalp yetmezliği ve osteoporoz oluşma riski daha fazla
Zayıflık da aynı şişmanlık gibi sağlık riskleri taşıyan bir sağlık durumudur. Yapılan pek çok bilimsel çalışmada zayıf olan kişilerin kalp yetmezliği ve osteoporoz oluşma riskinin daha fazla olduğu görülmüştür. Zayıf kişilerin vücut dirençleri düşük olur, bağışıklık sistemleri güçlü olmadığı için hastalıklara daha çabuk yakalanırlar; iyileşme süreçleri de uzun olur. Bazı kanser türleri zayıf olan kişilerde daha sık görülebilmektedir. Zayıf erkeklerde cinsel sorunlara daha sık rastlanılmaktadır. Zayıf bayanlarda doğurganlık ile ilgili sorunlar oluşabilmekte; hatta kısırlık daha sık görülmektedir. Zayıf olmak, kişinin özgüvenini de olumsuz etkileyebilmektedir.

Basit Bir Soğuk Algınlığı Sinüzite Dönüşebilir

Zonklayıcı baş ağrısı, burun akıntısı ve tıkanıklık şikayetleri ile kendini gösterebilen sinüzit, yaşam kalitesini düşüren önemli rahatsızlıkların başında geliyor. 

Sinüs enfeksiyonu yayılım gösterdiği takdirde yüz kemiklerinde iltihaplanmalara, körlüğe hatta menenjitten beyin apsesine kadar birçok ciddi tabloya neden olabiliyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Fikret İleri, sinüzit ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Soğuk havalara dikkat edin
Viral üst solunum yolu enfeksiyonları sinüzitin en önemli sebeplerinden biridir. Çok fazla önemsenmeyen bir soğuk algınlığı sinüzitle sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla bu konuda çok dikkatli olmak ve hastalığın bulaşmaması için tedbir almak veya bulaşmışsa tedavi olmak çok önemlidir. Özellikle alerjik rinit sorunu olan kişilerin mutlaka tedavi olmaları gerekmektedir. Ayrıca burun içinde anatomik bozukluğu bulunanlar, sigara ve alkol gibi alışkanlıkları olanlar da sinüzite daha sık yakalanmaktadır.

Vakit kaybetmeden uzmana başvurulmalıdır
Ayrıntılı bir hasta öyküsü ve fiziki muayene sinüzit tanısı için çok önemlidir. Uygun antibiyotik kullanımı önerilebilir. Antibiyotiklerin yanında destek tedavisi de faydalı olmaktadır. Akut vakalarda tedavi süresi genellikle 2 haftayı bulmaktadır. Kronik vakalarda ise alta yatan hastalığın tedavisinin yanında ilaç tedavisi yaklaşık 1 ay sürmektedir.

Cerrahi yöntemle başarı oranı çok yüksek
Hastalığın kronikleştiği durumlarda uygun ilaç tedavisine yanıt alınamadığında cerrahi tedavi gündeme gelmektedir. Bunun yanında eğer enfeksiyon göze, beyine ve çevre kemik yapılara yayılmışsa yani komplikasyon gelişmişse yine cerrahi tedavi devreye girmektedir. Cerrahi tedavide yaygın olarak ‘endoskopik sinüs cerrahisi’ kullanılmaktadır. Kronik bakteriyel sinüzitlerde cerrahi tedavinin başarı şansı oldukça yüksektir.

Sinüzitte doğru bilinen yanlışlara dikkat
Sinüzitten korunmak için genel direnci düşürebilecek yorgunluk, uykusuzluk ve dengesiz beslenmeden uzak durulması, ıslak saçlarla soğuk havaya çıkılmaması, klima kullanımına dikkat edilmesi, yaşam alanındaki havanın neminin çok düşük olmamasına özen gösterilmesi çok önemlidir.

Sinüzitle ilgili yanlış bilinenler ise şöyle sıralanabilir:

“Baş ağrısı genellikle sinüzit belirtisidir”
Yanlış! Baş ağrılarının yaklaşık yüzde 85’inin kaynağı gerilim tipi baş ağrıları, yüzde 10’u migren, sadece yüzde 5’i ise sinüzit benzeri sorunlardır.

“Geniz akıntısı sadece sinüzitte ortaya çıkar”
Yanlış! Geniz akıntısı birçok nedene bağlı olarak gelişen bir belirtidir. Reflü ve alerjik rinit benzeri pek çok hastalık ve hava kirliği ile sigara alışkanlığına bağlı olarak görülebilir.

“Sinüzit bir enfeksiyon hastalığıdır”
Yanlış! Enfeksiyon sinüzit hastalığının sadece bir formudur. Geniş bir hastalık grubu olan sinüzitin nazal polip formu, gerek sebebi gerekse tedavisi tamamen farklı bir hastalıktır.

“Sinüzit ameliyatından sonra hastalık genellikle nükseder”
Yanlış! Uygun tanı ve uygun yapılan cerrahinin başarısı yüzde 90’ın üzerinde seyretmektedir.

Hamilelikte spor yapanların şansı daha fazla

9 aylık hamilelik sürecinde anne adaylarını birtakım fizyolojik değişiklikler bekliyor.

İlk 3 ay yaşanan bulantı ve kusmalar 20. haftadan itibaren beliren karın büyümesiyle gelişen bel ve kasık ağrıları, bunlara sadece birer örnek. Oysa sağlıklı spor ve düzenli beslenmeyle bu sorunları aşmak mümkün.

Fransız dermokozmetik markası Lierac’ın anne adayları için verdiği eğitimde konuşan Kadın Hastalıkları ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Faruk Onur Başeğmez, sporun hamileler için faydalarını anlattı.

1- DAHA AZ KİLO: Yapılan araştırmalara göre spor yapan anne adayları yapmayanlar göre 7 kilo daha az kilo alıyor.

2-DAHA KOLAY DOĞUM: Kuvvetli karın kasları ve güçlü pelvik taban sayesinde normal doğumdaki ağrılara annenin itici gücü de eklenince rahat normal doğum kaçınılmaz hale geliyor. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre spor yapan kadınlarda yapmayanlara oranla normal doğum oranı yüzde 58 daha fazla.

3-DAHA DÜŞÜK DİYABET RİSKİ: 28-40 haftası arası rastlanan ani bebek ölümü, yüksek doğum ağırlığı gibi riskler taşıyan gebelik şekeri (gestasyonel diyabet) riski spor yapanlarda yüzde 27 daha az.

4-DAHA AZ KABIZLIK: Anne adayları gebelik boyunca östrojen hormonunun yükselmesi nedeniyle kabızlık ve buna bağlı gelişen hemoroitlerden şikâyet eder. Düzenli yapılan egzersiz ve sıvı tüketimi bu şikâyetleri büyük ölçüde azaltmaktadır.

5- DAHA ÇOK ENERJİ DAHA YÜKSEK MORAL: Gebelik boyunca çizgi film izlerken ağlayan anne adayları sıkça görülür. Düzenli yapılan spor anne adaylarının psikolojisi üzerinde olumlu etki yapar.

6- DAHA AZ SEZERYAN: Düzenli yapılan yoga, pilates ve esneme egzersizleri pelvik tabanı, relaksin denilen bir hormon aracılığıyla gevşetir ve bu sayede sezaryen doğum olasılığı azalır.

7-DAHA AZ ÖDEM: Hamileliğin son döneminde vücutta dolaşımda gelişen bir takım hormonal etkilerden dolayı bacak şişmeleri görülür. Düzenli egzersiz ile bu durum önlenebilir.

8- DAHA RAHAT UYKU: Gebeliğin son döneminde gelişen uykusuzluk için de düzenli spor birebir.

9-DAHA FİT BİR GÖRÜNTÜ: Gebelikte artan kilolar, karın kaslarının ayrılması (diastesis rekti) , şişen bacaklar tüm bunlar görsel anlamda anne adaylarını mutsuz eder. Düzenli egzersiz bu durumların gelişmesini engeller.

HANGİ TİP EGZERSİZ?
Egzersiz seçiminde hamileleri hamilelik öncesi spor yapan ve yapmayan anne adayları olmak üzere 2 gruba ayırmak gerekir. Yapılan çalışmalar gebelik öncesi aktif spor hayatı olan kişilerin gebeliğinde var olan bir risk olmadığı sürece rutin aktivitelerine devam etmesinde bir sakınca olmadığı yönündedir.

Gebelik döneminde spor yapmaya başlayacak anne adayları ise yürüyüş, yüzme, gebelik pilates, fitness ve yoga yapabilir. Ancak tüm bunlar konusunda deneyimli kişisel antrenör takibinde yapılmalıdır. Çünkü bütün bu antrenmanlar için gebeliğe özel durumlar ve hareketler olacaktır.

29 Ocak 2016 Cuma

Ruh sağlığımıza iyi gelecek diyetler

Fransız psikiyatrist Pinel, bundan 200 yıl kadar önce, deliliğin insanın midesi ve bağırsaklarında baş gösterdiğini yazmıştı. 1930'lu yıllarda yayımlanmış psikiyatri ders kitaplarında da şizofren hastalarının genelde kötü beslenen kişiler olduğu yazıyordu. Hekimler, çok önceden kötü beslenmenin zihinsel rahatsızlıkların oluşumuna katkıda bulunduğunu tespit etmişlerdi.

Çok eskiden beri yapılan bilimsel araştırmalar, iyi beslenme ve diyetle zihinsel rahatsızlıkların güvenli tedavisinin, rahatsızlıkların belirtilerini hafifletmenin mümkün olduğu gösterdi.

Psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan tamamlayıcı ve alternatif tıp hakkında araştırmalar yapan Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak, ruh sağlığımıza iyi gelecek diyetler ve beslenme şekilleri hakkında önemli bilgiler verdi.

Dünyada birçok ruh doktorunun, hastalarını psikotropik ilaçlar yerine, iyi beslenme yoluyla tedavi ettiğini belirten Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak'ın ruhsal diyet tavsiyeleri şöyle:

BALIK DEPRESYONA İYİ GELİR
"Besleyici gıdalar dikkat eksikliği, bipolar bozukluk, kaygı ve depresyonu etkin şekilde tedavi ediyor.
Araştırmalar, Omega-3 alımındaki artışın depresyon belirtilerini hafiflettiğini gösteriyor. Birkaç bilimsel araştırmanın sonuçlarına göre, günlük 1.000-2.000 miligram EPA formunda Omega-3 balık yağı alımı, depresyon belirtilerinin hafifletilmesine yardımcı oluyor. Kişinin ruh halindeki düzelmeler, genelde bu takviyeye başladıktan 3-12 hafta arasında meydana geliyor. Ayrıca, diyetlerinde yüksek miktarda balık tüketen kişilerin ruh halinde de benzer düzelmeler olduğu biliniyor.

Omega-3 yağları, somon gibi soğuk denizlerde yaşayan balıklarda bol miktarda bulunur. Bu yağlar, depresyon tedavisi gören bir kişide kullandığı antidepresanın etkinliğini arttırırlar. Gebelikte antidepresan kullanımına bir alternatif olarak Omega-3 takviyeleri üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar devam ediyor.

Gezerek otlayan hayvanlardan elde edilmiş diğer yağlardan oluşan geleneksel beslenme şekillerinde omega-3/omega-6 yağları ideal oranda bulunur.

Sarı kantaron, hafif ve orta şiddette depresyon belirtileri gözlemlenen kişilerin tedavisinde etkili olan bir bitki, fakat ciddi depresyon vakalarında çok fazla işe yaramıyor. Sarı kantaron, bazı antidepresan ya da diğer ilaçlarla beraber alındığında bazı sıkıntılara yol açabilir, bu nedenle kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışınız.

ŞİZOFRENİYE B3 VİTAMİNİ
Diğer adı 'niyasin' olan B3 vitamini, dünyada şizofreni teşhisi konulmuş binlerce hastaya şifa kaynağı oldu. Yenilikçi doktor Abram Hoffer (1917-2009), binlerce hastasının tedavisinde yüksek dozlarda B3 vitamini kullanarak, onları güvenli bir şekilde sağlıklarına kavuşturdu. Hoffer, bu vitamini kullanarak uyguladığı tedavide yüzde 90 oranında başarı elde ettiğini bildirmişti.
Besin değeri yüksek diyetler ve beraberinde alınan amino asitler ve vitaminler zihinsel rahatsızlıkların tedavisinde son derece etkili."

Dünyada birçok psikiyatrist, hastalarını psikotropik ilaçlar yerine, iyi beslenme yoluyla tedavi ediyor. Kişideki rahatsızlık belirtilerine ve kan değerlerine göre, beslenme değişiklikleriyle beraber kişiye özel vitaminler ve amino asitler yazıyorlar.

İLAÇLARA BAĞLI CİNSEL İSTEKSİZLİĞE KARŞI MACA KÖKÜ
Maca kökü, patatesin bir akrabası olan bu bitki bazı toplumlarda cinsel isteği arttırmak için kullanılıyor. Bu nedenle, antidepresan kullanımının sebep olduğu erektil bozukluk, libidoda azalma ve diğer cinsellikle ilgili yan etkileri etkisiz hale getirebiliyor.

SAKİNLEŞME VE İYİ BİR UYGU İÇİN KEDİ OTU
Kediotu, kaygıyı azaltıp, tıpkı bazı sakinleştiricilerin yaptığı gibi kişinin daha iyi uyumasına yardımcı oluyor. İlaçların yan etkilerinden daha çok etkilenen çocuklar ve yaşlılarda kullanımı bir alternatif olarak düşünülebilir. Kediotunun etki etmesi biraz uzun zaman alıyor.

DOKTORUNUZA DANIŞMADAN KULLANMAYIN
Tedavi için kullanılan bitkilerin, ilaçlar gibi çok sıkı klinik deneylerden ve testlerden geçmediğine dikkati çeken Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak, alternatif tedavi yöntemlerinden yararlanmak isteyecek kişilere "Bu tedavilerin bitki ve hayvan kaynaklı olması, onların güvenli olduğu anlamına gelmez. Bitkisel tedavilerin de istenmeyen yan etkileri vardır ve bunlar, tıpkı antidepresanlar ya da ilaçlar gibi, diğer ilaçlarla etkileşime girebilirler. Alternatif tıp tedavilere başvurmadan önce, özellikle ilaç kullanıyorsanız, mutlaka doktorunuza danışın" uyarısında bulunuyor.

İLKEL TOPLULUKLARDA ZİHİNSEL RAHATSIZLIKLAR GÖRÜLMÜYOR
"1930'lardaki 10 yıl süren tarihi araştırmasında, Dr. Weston Price, kendi yerel yiyeceklerini tüketen ve Amerikan beslenme şeklindeki vitaminin 4-10 katı miktarda fazla vitamin içeren besin değeri yüksek bir diyet takip eden ilkel topluluklarda, zihinsel rahatsızlıkların hiç görülmediği sonucuna varmıştı. Dr. Price, bu ilkel topluluklarda yaşayan insanların daha mutlu ve daha uyumlu olduklarını fark etmişti. Bu topluluklarda, zihinsel rahatsızlıklar için tedavi yöntemlerine ya da hapishanelere hiç ihtiyaç yoktu."

Obezitenin beraberinde getirdiği cilt problemleri

Obezitenin cilde verdiği zararları Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman'dan öğrendik…

Obezitenin (şişmanlık) deri bariyer (koruma) fonksiyonu, yağ bezi salgısı, ter salgısı, lenf (akkan) damarları ve dolaşımı, kollajen, deri yağı dokusu ve yara iyileşmesini olumsuz yönde etkilediğini dile getiren Uzm. Dr. Ataman; 'Obezite tüm sağlık problemlerinin %7'sine neden olur.

Tansiyon yüksekliği, kalp hastalıkları, kolesterol yüksekliği, şeker hastalığı, karaciğer yağlanması, safra kesesi hastalıkları, eklem problemleri ve kanserler obezitenin yaşamsal yan etkileridir. Obezitenin deri üzerindeki etkileri çoğu zaman ağır olmasa da yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürür' açıklamasında bulundu.

Obezitenin beraberinde getirdiği cilt problemleri

• Derinin bariyer işlevinin bozulması, deri yoluyla su kaybı artışı ve deri kuruluğuna neden olur.
• Yağ salgısının artmasıyla sivilceler görülür.
• Terleme ve kötü vücut kokusuna neden olur.
• Daha geniş deri kıvrımları olan şişman kişilerde pişik sık görülür.
• Lenf (akkan) akımı bozulmasına bağlı lenfödem (özellikle bacaklarda aşırı şişme) oluşur. Lenfosit (akkan damarı iltihaplanması) fil ayağı görünümüne neden olur.
• Toplardamar dolaşımı yetmezliği nedeniyle, varis, varis egzamaları ve varis ülserleri gelişebilir.
• Boyun, koltukaltı, meme altı, kasık gibi bölgelerde deri siyahlaşması, kalınlaşması ve et benleri oluşabilir.
• Karın başta olmak üzere deri çatlakları gelişir.
• Tüylenme artabilir.
• Mantar ve bakteri enfeksiyonları daha sık görülür.
• Tabanlarda deri kalınlaşması ve nasırlar oluşur. Bu ağrılı nasırlar yürüme ve hareketi zorlaştırarak kısır döngüyle daha çok kilo artışı yapabilir.
• Köpek memesi denilen ve özellikle koltukaltı bölgesindeki ter bezlerinin yoğun olduğu alanlarda ortaya çıkan deri hastalığı çok rahatsız edici olabilir.
• Obezite kanser riskini artırdığı gibi sedef hastalığını da şiddetlendirir.

Yetişkinlerde Görülen Çocuk Hastalıklarına Dikkat!

Suçiçeği, kabakulak gibi hastalıklar çocukluk çağı hastalıkları olarak biliniyor. Ancak bulaşıcı olan ve dikkat edilmezse hızla yayılan bu hastalıklar yetişkinler için daha riskli olabiliyor. 

Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Serap Bos, yetişkinlerde de görülen çocukluk çağı hastalıkları hakkında bilgi verdi.

Suçiçeği yetişkinlerde daha ağır seyrediyor
Suçiçeği çocukluk çağında geçirilmemişse yetişkinlik döneminde de görülebilmektedir. Hastalığa yakalananların çoğu doğal bağışıklık edinerek kendiliğinden iyileşmektedir. Çocukluk çağında geçirilen suçiçeği enfeksiyonu, yetişkinlikte geçirilenlere göre daha hafif seyretmektedir.

Yetişkinlerde ortaya çıkan suçiçeği enfeksiyonu bazen kanama ve pıhtılaşmayla ilgi sorunlara neden olabilmektedir. Trombosit denilen hücrelerin sayısında azalmaya sebep olan suçiçeği, pıhtılaşma faktörlerini etkileyebilmektedir. Bu durum hayati riske bile yol açabilmektedir. Bununla birlikte suçiçeği virüsü, beyne sıçrama yaptığında menenjit ve beyin iltihabına, akciğerde de enfeksiyona neden olabilmektedir. Anne adayları, özellikle gebeliğin son aylarında, suçiçeği hastalığına yakalanırsa mutlaka doktora başvurmalıdır. Gebelik sırasında geçirilen suçiçeği, bebekte ciddi sakatlıklar, zeka geriliği, göz problemleri, kol ve bacak anomalileri hatta bebeğin kaybına bile neden olabilmektedir. Bütün bunların önüne geçilebilmesi için en az bir doz suçiçeği aşı olunması önemlidir.

Kabakulak yetişkinlerde kısırlığa neden olabilir
Bulaşıcı bir hastalık olan kabakulak, daha çok kış sonunda ve ilkbaharda ortaya çıkabilmektedir. Sıklıkla 5-10 yaşlarındaki çocuklarda görülmektedir. Kabakulak çocukluk çağı olarak bilinmesine rağmen erişkinlerde de görülebilir. Tükürük bezi, beyin, böbrek, pankreas ve sinirlerde iltihap oluşumuna neden olabilmektedir. Kabakulak hastalığına yakalanan erkeklerde testislerin iltihaplanması olarak bilinen orşit gelişebilmektedir. Ergenlikten önce geçirilen kabakulakta bu durum söz konusu değildir. Özellikle erişkin erkeklerde kabakulak %25 oranında orşite neden olmaktadır. Sık rastlanmamakla birlikte iki taraflı orşit durumunda kısırlık gelişebilmektedir. Bunun yanı sıra hastalığın şiddetli seyrinde ve yayılmasından sonra sağırlık yaşanabilmektedir. Kadınlarda yumurtalıkların iltihaplanması sonucu kısırlığa neden olabilen kabakulak, gebeliğin erken döneminde ortaya çıkarsa düşük riskine yol açabilmektedir.

Çocuklar ebeveynlerine bulaştırabilir
El, ayak ve ağız hastalığı, çocuklarda oldukça yaygın olarak görülen virüslerin yol açtığı bir rahatsızlıktır. Genellikle okul öncesi çocuklarda görülmektedir. Hastalığa neden olan virüs burun ve boğaz salgısından geçebilir. Bu nedenle genellikle enfeksiyonu geçiren çocuklar önce ebeveynlerine hastalığı bulaştırmaktadır. Bu hastalık çocuklarda hafif ateşle ortaya çıksa da yetişkinlerde daha şiddetli ateş ve ciddi belirtilerle gözlemlenmektedir. Nadiren de olsa beyinde iltihaplanmaya yol açabilmektedir. Ateş başladıktan 1-2 gün sonra ağızda ağrılı yaralar oluşmaktadır. Boğazda ağrı ve iştahsızlıkla birlikte; ayak tabanı kalça, kol, bacak ve yüzde isilik meydana gelebilmektedir.

Kızamık ve kızamıkçık gebelerde daha tehlikeli hale geliyor
Kışın son döneminde ve ilkbaharda daha çok ortaya çıkan kızamık, ateş ve deride döküntülerle kendisini göstermektedir. Çocukluk çağı hastalığı olarak bilinse de, önceden bu hastalığı geçirmeyen yetişkinlere bulaşabilmektedir. İshal, akciğer, gırtlak ve orta kulakta iltihaba yol açabilen kızamık, bazı durumlarda tehlikeli olabilmektedir. Kızamık virüsü gebelikte bebekte bir anomaliye sebep olmamakla birlikte düşük ve erken doğum riski arttırmaktadır. Gebelik öncesi bağışıklığı olmayan kadınlar aşılanmalı ve aşıdan sonra 3 ay içinde gebe kalmamaları gerekmektedir. Gebelik sırasında kızamık aşısı yapılamamaktadır. Döküntü, hafif ateş ve lenf bezlerinde şişme gibi belirtilerle kendini gösteren kızamıkçık hastalığı da her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Gebelikte kızamıkçık hastalığına yakalanılması durumunda hastalık, anne karnındaki bebeğe geçebilmektedir. Kızamıkçık virüsü, anne üzerinde olumsuz bir iz bırakmazken bebekte kalp problemleri, duyma kaybı, zeka geriliği ve beyin hasarı gibi kalıcı etkilere neden olabilmektedir.

27 Ocak 2016 Çarşamba

Erkekler Neden Yalan Söyler?

Bazı erkekler hiç yalan söyleyemez, hemen gözlerinden, hal ve hareketlerinden anlaşılır. Bazıları da kendi kişilik değerlerini artırma amacıyla zararsız yalanlar söylerler. 

Erkeklerin en çok hangi konularda yalan söylediklerini belirlemek için yapılan araştırmada ilginç sonuçlara varılmış.

İşte erkeklerin en sık söylediği yalanlar...

Statü yalanı: 
Erkekler olayları biraz şişirmeye meraklı. En büyük arabalar onların, en önemli is yerlerinde onlar çalışır. Bu gösteriş hevesi kendilerini başkalarıyla kıyaslama düşüncesinden kaynaklanıyor.

Bilgi yalanı: 
Hiçbir bildikleri olmasa da, erkeklerin yüzde 84'ü bilgi sahibiymiş gibi davranıyor. Kendilerini sorun çözme konusunda yetenekli görüyorlar.

Duygu yalanı: 
"Bir problemin mi var?" erkeklere sorulduğunda, genelde "Hayır, yok!" derler. Zaaflarını açığa vermeyi sevmediklerinden bunları gizlerler.

Korku yalanı: 
Erkekler, cesur olmaları gerektiğini sanırlar. Onun için korkularını ve fobilerini (örümcek gibi) saklarlar.

Tembellik yalanı: 
Yaptıkları her şeyi abartılmış gerekçelerle savunmayı hoşlanırlar. Beyinlerinin arkasında yatan düşünce: Yaptıkları her şeyin bir anlamı olmasını isterler.

Kaytarma yalanı: 
Uzun süreli tartışmalardan kaçmak için, soruları hemen kısa bir "Evet" ile cevaplandırırlar. Örneğin "Beni halen seviyor musun?" veya "Bu elbise bana yakıştı mı?" suallerini.

Ağzından Çıkanla Aklından Geçen Farklı

Yalana ilişkin yapılan çeşitli araştırmalarda, erkeklerin söylediği ve aklından geçirdiği arasında dağlar kadar fark olduğu ortaya çıktı. Bunlardan bazı örnekler:

Söylediği: "Ben daha çok evime bağlı bir insan sayılırım."
Düşündüğü: "Kahvehanelerin çoğunda bana ayak basma yasağı konulduğundan beri."

Söylediği: "Neden bu kadar kıskanç olduğunu gerçekten anlamıyorum?"
Düşündüğü: "Sibel, Burcu ve Hülya Allah'tan öyle değiller."

Söylediği: "Çok çalıştığını görmek beni üzüyor."
Düşündüğü: "Sen temizliğini yaparken ben televizyon izleyeyim bari."

Söylediği: "Ne, çocuk yine ishal mi oldu?"
Düşündüğü: "Oysa bira içtikten sonra ne güzel hemen uykuya dalmıştı..."

Söylediği: "Her zaman için arkadaş kalabiliriz."
Düşündüğü: "Beni telefonla aramadığın sürece."


Gerçekten Sandığınız Kadar Aç mısınız?

Açlık beyninizde mi, kalbinizde mi, midenizde mi? Ya da şöyle soralım; gerçekten aç mısınız?

Duygularımız, hayatımızı yönetirken hep ön planda olmuştur. Aynı durum yemek seçimlerimize de yansımaktadır. Aç olduğumuzu en basit şekilde karnımız guruldamaya başladığında anlarız ancak duygusal açlık, fiziksel açlıktan oldukça farklı olmasına rağmen ikisini birbirinden ayırt etmek oldukça zor olabilmektedir. Duygular, beslenmemizi etkileyen önemli faktörlerden biridir. "Yapılan araştırmalar, normalin üzerinde yemek yeme sebebimizin yüzde 75 oranında duygusal duruma bağlı olduğunu gösteriyor" diyor Uzman Diyetisyen Gamze Şanlı Ak.

Beynimiz, sinirler arasında iletişimi ‘nörotransmitter’ adı verilen kimyasallar ile sağlar. Ruh halimizi direk etkileyen nörotransmitter’ler; serotonin, noradrenalin ve dopamin’dir.

Serotonin; rahatlamayı ve sakinleşmeyi sağlamakla birlikte iştah ve uykunun düzenlenmesinde rol oynar. Serotonin stres ve gerilim hissini azaltır.

Dopamin ve Noradrenalin; enerjikliği ve uyanıklığı sağlar. Vücutta üretildiklerinde; birey daha hızlı düşünmeye, tepki vermeye başlar, daha motive hisseder, refleksleri hızlanır.

Beynin Aç

Yale Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmada, açken ve tokken beynin aktiviteleri ölçülüp beynin açlık durumdaki tepkisi gözlemlenmiştir. Katılımcılar bir cihaza bağlanarak kan glikoz seviyelerinden açlık ve tokluk durumlarına, ayrıca işlevsel MRI yöntemiyle beyin aktivitelerine bakılmıştır.

Yemekten iki saat sonra katılımcılara çeşitli yemek fotoğrafları gösterilmiş ve ölçümlere başlanmıştır. Katılımcıların beyindeki, mantıklı düşünme ve karar verme, sebep- sonuç, planlama gibi yönetimsel becerilerinin olduğu kısımda daha fazla aktivite olduğu görülmüştür. Bireyler, yüksek kalorili abur cuburları reddetmek ve duygularını kontrol etmekte daha başarılı olmuştur. Ancak uzun süreli açlık sonrası glikoz değerleri düşmeye başladığında beyindeki duygularımızla ilişkili daha derin alanlar aktive oluyor. Beyin komut vererek bireyi yemeğe yönlendiriyor ve birey gördüğü abur cuburu yemeye başlıyor.

Uzun süreli açlık gibi, yapılan şok ve düşük kalorili diyetler sonucu da besin bulamayan beyin hücreleri, açlık adını verdiğimiz içgüdümüzü harekete geçirir.

Kalbin Aç

Duygusal yemek yeme, en çok ‘Kalbimiz Aç’ olduğunda ortaya çıkmaktadır. Kızgınlık, öfke, yalnızlık, güvensizlik, suçluluk, kıskançlık, kaygı, hayal kırıklığı, üzüntü, sıkıntı, sevgi boşluğu duygusal yemek yemeği tetikler. Duyguların yerini yemekle doldurmak, kilo alma sürecini başlatacaktır. Kilo aldıkça kendini beğenmeme ve bunun sonucu şok diyet uygulamaları ve sonrasında tekrar kilo alımı vücutta yo-yo sendromuna sebep olacaktır. Mutsuz hisseden kişi kilo alır. Hayal kırıklığı kişiye kendini yalnız ve gelecek hakkında umutsuz hissettirir. Bu da kendine olan ilgisini kaybetmesine ve belki de kilosunu umursamamasına yol açar. Bastırılmış üzüntü fark edilip, başa çıkılmadığı sürece, binge eating olarak adlandırdığımız tıkınırcasına yemek yeme sendromuna yol açabilir. Depresyon yüzünden yiyen kişiler, genellikle süt ürünlerine yönelirler (dondurma, çikolata, peynir gibi). Çünkü süt ürünleri kimyasal yapıları nedeniyle antidepresan ilaçlarla aynı nörolojik etkiyi yaparlar.

Miden Aç

Normalde sağlıklı bir diyet programı kişiyi çok ciddi bir şekilde acıktırmaz. İnsan fizyolojisinde kan şekeri 3 saatte bir düştüğü için, 3 saatlik aralarda mutlaka ara öğünlerin tüketilmesi gerekir. Eğer kişi sadece 3 ana öğünden oluşan bir diyet yapıyorsa, ya da uyguladığı diyet programı kendi vücuduna ve metabolik hızına göre çok düşük kaloride ise o zaman ani açlık krizleri oluşur.

Açlık krizleri/yiyecek aşermelerinin vücudun bilgeliğini yansıttığına inananlardanım; vücudun ihtiyaç duyduğu besin ögelerinin sinyalini verdiğini düşünüyorum. Örneğin; krize girip çikolataya aşermek vücudun daha fazla antioksidana ihtiyaç duyması olabilir. Bununla birlikte aslında bir kase dolusu kırmızı üzüm, çikolataya oranla daha yüksek antioksidan sağlar ancak çoğumuz üzüm yerine çikolatayı tercih ederiz.

Kısıtlayacağınıza Miktarı Azaltın

Açlık krizlerinin ve aşermelerin psikolojik mi fizyolojik mi olduğuna dair çok uzun zamandır araştırma yapılmakta ancak her iki durumunda etkili olabildiği görülmektedir. Örneğin; küçükken hasta olduğumuzda annemizin yapmış olduğu tavuk suyu çorba bizi iyileştirmeye yeter. Büyüyünce de hasta olduğumuzda psikolojik olarak anne eli değmiş tavuk suyuna çorbanın işe yaracağını düşünürüz. Her yiyeceğe aşerebiliriz ancak genelde bunlar pek de besleyici olmayan yiyeceklerdir ve bu durumlarda psikolojik faktörler muhtemelen fiziksel ihtiyaçlardan daha etkilidir.
Açlık kriziniz/aşermeleriniz karşı konulamaz duruma geldi ve kaçamak yaptınız kendinizi suçlu hissediyorsunuz...

Çok sıkı diyetler uygulamak veya diyetteyken bazı grupları kısıtlamak (özellikle karbonhidratları) bu krizlerin pik yapmasına neden olur ve kendinizi kısır bir döngünün içinde bulabilirsiniz. Bazıları başarılı olabilir ancak genelde kaçınma daha da güçlü bir istekle sonlanır. Aşerilen yiyecek ciddi bir sağlık riski oluşturmadığı sürece (yüksek tansiyonu olan birinin tuzlu yiyecekler aşermesi gibi) bu isteği gidermenin ancak bunu ılımlı bir şekilde yapmak daha iyidir. Bazen yüksek kalorili ve yağlı yiyeceklerden minik miktarlarda tüketmek kendinizi kontrol etmenize yardımcı olabilir.

Açlık Krizleri/Aşermelerle Başa Çıkmanın İpuçları

• Açlık krizleri genelde kısa sürelidir 20 dakika dayanabilirseniz bu isteğinizin geçtiğini görebilirsiniz.
• Ara öğünlerinizi planlayarak krizleri önleyebilirsiniz, çalışma masanızın çekmecesinde, arabanızda ve çantanızda mutlaka sağlıklı atıştırmalıklar taşıyın.
• Kriz anlarınızı ve aşermelerinizi not edin. Örneğin günün hangi saatlerinde açlık krizi yaşıyorsunuz hangi yiyeceklere aşeriyorsunuz, ne kadar uzun sürüyor ve nasıl başa çıkıyorsunuz? Aşermeleriniz hakkında notlar tutmak ilerideki günler için size ışık tutacaktır ve kontrol edilebilirliği sağlayacaktır.
• Sağlıklı alternatiflere yönelin. Cips yerine yağsız patlamış mısır olabilir. Sert ve gevrek bir şeyler mi canınız çekiyor o zaman meyve kurularını deneyin.
• Tatlı mı istiyorsunuz? Elma, armut veya şeftaliyi fırınlayıp üzerine tarçın eklemeye ne dersiniz.
• Bazen susuzlukla açlık birbirine karışır. Acıktığınızı hissettiğinizde önce su için ve bekleyin, çoğu zaman aslında aç olmadığınızı fark edeceksiniz.

26 Ocak 2016 Salı

Yazın yıpranan ciltlere kış bakımı

Uzun yaz aylarında güneşin kuruttuğu, deniz tuzu ve klorun nemsiz bıraktığı ve yıprattığı cildimizi kışla birlikte tazelemenin zamanı geldi. Yaz mevsimiyle birlikte cildinize zarar veren tüm olumsuz etkenlerden uygulanan birkaç yöntemle kurtulmak, kışa daha sağlıklı bir ciltle girmek mümkün. 

Soğuk havaların baş gösterdiği şu günlerde tepeden tırnağa cilt bakımı yapılması gerektiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Sadiye Kuş “kış bakımı”na dair önemli ipuçlarını paylaşıyor.

Yaz aylarının sona ermesiyle güneşin altında geçen günlerin kazandırdığı canlı bronz tenler, yavaş yavaş rengini kaybetmeye, donuk bir hale gelmeye başlıyor. Çünkü hayat kaynağı ışığın bu kez olumsuz etkileri ortaya çıkıyor. Yazın olumsuz etkilerine maruz kalan cildimize zamanında müdahale edemediğimizde ise cildin genç kalmasını sağlayan elastin ve kollajen proteini zarar görüyor. Ve cilt hızla yaşlanarak, üzerinde gözle görülür lekelenmeler ortaya çıkıyor. Dr. Sadiye Kuş, tam da bu noktada yaz mevsiminin olumsuz etkilerini üzerimizden atmak için önemli bilgiler paylaşıyor.

Gençliğinize güvenmeyin
“Şimdi gencim, sonra kendimi korurum, yaşasın güneş” diyenler yanılıyor. Yaş ne olursa olsun cildi korumanın ve özenli bakımın uzun vadede geç yaşlanmayı sağlayacağını vurgulayan Dr. Kuş, “Yaşla beraber hücre döngüsünün yavaşlamasıyla cildimizde ince çizgiler oluşur ve kollajen her yıl %1 oranında azalır. Eğer erken yaşlarda olumsuz etkenlere karşı önlem almazsak, önlem alan bir kişiye göre cildimiz bunları daha fazla ve yaşımıza göre daha erken yaşar” diyor.

Cildinizi nemlendirmeyi ihmal etmeyin
Yaz boyunca tahriş olan cildinizi iyileştirmek ve kışa daha sağlıklı hazırlamak için cildinizi kurutmayan ve köpürmeyen krem formunda bir yüz yıkama ürünü kullanmak gerekiyor. Hafif asid karakterde, nemlendirici özelliği olan bir tonik tercih etmemiz gerektiğini belirten Dr. Kuş, yaz sonunda cildi ölü hücrelerden arındırmak, ışıltılı bir görünüme kavuşmasını sağlamak için, cildin doğal dengesini bozmayacak, pH dengeli eksfolye edici bir ajanla nazikçe haftada 1-2 gün peeling yapmayı öneriyor. Öte yandan, gece yatmadan önce nemlendirici maske uygulamak ve SPF15 olan bir güneş koruyucuyu da kış boyu günde birkaç kez tekrarlayarak kullanmak gerekiyor.

Su içmek cildinize de sağlık katıyor
Günlük hayatımızda yapacağımız ve değiştirebileceğimiz küçük ve basit alışkanlıklar sayesinde de cildimizi korumak mümkün. Günde 8 bardak su içmek cildimizin daha sağlıklı olmasını sağlıyor. Yediklerimize de dikkat etmemiz gerektiğini belirten Dr. Kuş, antioksidan içeriği zengin, basit karbonhidratlı yiyecekler tüketmemizi öneriyor. Omega 3’ün cildimiz üzerinde oldukça olumlu etkileri olduğunu belirten Dr. Kuş, yağlı balıklar ve ceviz tüketiminin dışında doktora danışarak omega-3 takviyesi almamızın da altını çiziyor.

Daha genç ve sağlıklı bir cilt için klinik destek
Cildinize yapacağınız dışarıdan veya içeriden önlemler dışında alanında profesyonel bir kliniğin desteğiyle uygulayacağınız PRP, mezolift, dermapen ve BBL ile yazın tüm olumsuz etkilerinden birkaç seansla arınmak mümkün oluyor. Özellikle PRP, mezolift, dermapen üçlüsünün cildi zedelemeyen dost yöntemler olduğunu belirten Dr. Kuş, hasta açısından çok rahatsızlık verici olmadığı için hassas ciltlerde de uygulanabildiğini söylüyor.

Sağlıklı Bir Kiloda Olmayı Gerçekten İstiyor musunuz?

Kilo probleminizi ortadan kaldırmanın tek yolu; tersine karar vermekten geçiyor!

Sağlıklı yaşam ve spor merkezi b-fit'in kurucusu Bedriye Hülya, kilo sorunun 3 etkenden kaynaklandığını, davranış değişikliğiyle bu sorunu ortadan kaldırılabileceğine dikkat çekti. Kilo fazlalığının nedenlerini sağlıksız beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik ve sağlık sorunları olmak üzere 3 ana başlıkta inceleyen Hülya, "Kilo fazlalığının oluşmasında en önemli etkenlerden biri sağlıksız beslenmeyi aile içinde öğrenmiş olmamızdır.

Pek çok ailede kişinin sağlıklı oranlarda alması gereken besinler yerine bir takım besinlerin ağırlıklı olarak tüketildiğini görürüz. Örneğin; Türk toplumunda ekmeği gerektiği miktardan fazla tüketmek, bir öğünde mantı, börek, pilav'a yer verirken 'nerede bu öğünde fazlasıyla olması gereken sebzeye veya proteine yer?' diye sormamak, çalışırken çıkılan öğle yemeklerinde fast food'a yönelmek, günlerde yenen pasta ve kurabiyeler, regl günlerinde şekere olan düşkünlük hep bu sorunu oluşturur.

Ayrıca teknolojinin gelişmesiyle, TV'nin ve bilgisayarın karşısında harcanan uzun saatlerin sonucu hareketsiz kalmanın ve ertelenen doktor randevuları, gitmekten çekindiğimiz psikologlar, uyulmayan diyetler gibi nedenlerin de kilo fazlalığına neden olan en önemli etkenlerdendir" dedi.

Günlük Liste Tutun

Kilo vermek için tek çözümün sorunun tersine karar vermek olduğuna inandığını aktaran Bedriye Hülya, "Tersine karar vermek söylendiği veya yazıldığı kadar kolay olmayabilir. Bunca yıl börek, çörek, pilav, tatlı yiyen, hareketi minimumda tutmayı alışkanlık edinmiş kişi bir anda 'tamam artık sağlıklı besleneceğim ve hareket edeceğim' demekte zorlanabilir, dese bile yakın çevresi ve alışkanlıkları değişmeden bu kararına uymakta zorlanabilir. Bu bir davranış değişikliği çalışması gerektirebilir.

Davranış değişikliği sistemli bir çalışmadır ve her sistemli çalışma gibi analiz, planlama ve uygulama gibi süreçlere ihtiyaç duyar. Analiz; içinde bulunduğunuz sağlıksız koşulları, ne zamanlarda bu koşulların sizi esir aldığını ve bunlarla başa çıkabildiğiniz anları saptamayı gerektirir. Örneğin iş yerindeyken canınız sıkıldığında bir şeyler yemek ihtiyacı hissediyor olabilirsiniz veya öğleden sonra güne gittiğinizde ev sahibinin yaptıklarından yemek zorunda hissediyor olabilirsiniz.

Her sabah çocuğunuzdan kalan kahvaltıyı da dökülmesin diye bitirmek zorunda hissediyor olabilirsiniz. Bu durumları günlük bir liste halinde tutarak hangi durumlarda ve ne hissederek sağlıksız beslendiğinizi bulabilirsiniz" diye konuştu.

Sağlıklı Bir Kiloda Olmayı Gerçekten İstiyor musunuz?

Eğer cevabınız evet ise sorunu saptamak ve planlayarak uygulamak sizin elinizde. Sorun da, çözüm de, sonuç da sizde.

Analiz sürecinde neyi ne zaman yaptığınızı saptadıktan sonra planlama aşamasında girdiğiniz çarkı kırabilmek için gereken bilgilerle planlama yapmaya başlayabileceğinizi beliren Bedriye Hülya, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Örneğin öğle yemek saatinde işyerinizdeki arkadaşlarınızla yemeğe gitmek yerine, evden getirdiğiniz sağlıklı yemekleri yiyebilir, spora gitmeyi buraya 'oyunbozan' olarak koyabilirsiniz. Güne gitmeniz gerekiyor ise arkadaşlarınızla sağlıklı bir menü hazırlamak üzere toplantı yapabilir ve güne gittiğiniz gün mutlaka yürümeyi planınıza alabilirsiniz. Arkadaşlarınızla akşam iş çıkışı içmeye gidiyorsanız belki de o saati spora ayırabilirsiniz.

En zor olan basamak gibi görünen süreç uygulama olabilir. Ancak bu konuda da yapılabilecekler var. Örneğin ödüller. Eğer 5 gün öğlen iş arkadaşlarınızla yemeğe çıkmak yerine spora gittiğinizde kendinize en istediğiniz bluzu alarak ödüllendirebilir, evde sizden başka yaşayanlara yada yakın arkadaşlarınıza ile kararınızı bildirip bir anlaşma yapabilirsiniz. Bu anlaşmaya göre; eğer hakikaten çok kilo vermek istiyorsanız kilo kaybetmediğiniz her hafta için kendinizi onlara hediye almak zorunda bırakabilirsiniz."

Kerevizin Kökü de Sapı da Çok Sağlıklı

Kereviz, sağlık açısından da önemli etkilere sahip bir sebze. Kerevizin pek çok faydası var. 

Bunların en başında, kanın pıhtılaşmasında önemli yere sahip olan K vitamininin güçlü bir kaynağı olması geliyor. K vitamin ile birlikte yüksek oranda A vitamini, fosfor ve potasyum, daha azmiktarlarda da B ve C vitamini, diğer mineralleri bünyesinde içerir. Kerevizin kökü ve sapının da çok sağlıklı olduğunu söyleyen beslenme uzmanı İpek Ağaca, kerevizin insan sağlığındaki önemini anlattı.

Kansere Karşı Kereviz

Kereviz, içerdiği yüksek antioksidan etkiye sahip flavonoidler sayesinde, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellemeye yardımcı. Beyaz renkte bir sebze olması, liforanının yüksek olması, vitamin veminerallerden zengin olması bakımından kansere karşı koruyucu, detoks etkisine sahip bir sebze.

Kabızlığa ve Hipertansiyona Karşı Kereviz Sapı!

Suda çözünür posa bakımından zengin bir besin olan kereviz, bize sindirim sisteminin düzenli çalışmasında da kolaylık sağlar. Bunun için tek yapmamız gereken 1 adet kereviz sapını yoğurdumuza, salatalara vey ayemeklerimize ilave etmektir diyen beslenme uzmanı İpek Ağaca, kereviz sapının tansiyonu düşürmeye yardımcı bir sebze olduğu da belirtti.

Kereviz Ye; İdeal Kilonu Koru

Kereviz, düşük kalori içeren bir sebze. 100 gr kereviz sadece 16 kalori enerji veriyor. Etli veya zeytinyağlı yemeğini de tercih edebileceğinizi diyen Ağaca, çiğ şekilde rendeleyip bol yoğurt ve bir kaşık zeytinyağı ile karıştırarak salata halini de afiyetle tüketebileceğinizi söyledi.


25 Ocak 2016 Pazartesi

Gülümsemeye dair şaşırtıcı gerçekler: Hangi gülümseme ne anlama geliyor?

Vücut dili kullanımının en belirgin özelliklerinden olan gülümsemenin farklı çeşitleri, altında farklı anlamlar barındırıyor. Tıpkı hissederek gülümsemenin ve mutlu olmadığımız halde gülümsemenin karşımızdaki kişiler tarafından hissedilebiliyor olması gibi, nasıl güldüğümüzün de karşımızdaki kişiler tarafından algılanış biçimi farklılıklar gösterebiliyor.

Dudakları kapatarak gülümsemek


Dudaklar kapalı şekilde gülümsemek, gülümsemenin en yaygın olarak kullanılan çeşitlerinden biri. Kolay yapılabiliyor olması, gülümsemek istemediğimiz ancak gülümsememiz gereken durumlarda karşı tarafa kibar ve nazik bir tepki vermeyi daha kolay hale getiriyor. Dudaklar kapalı olarak gülümsemek, çoğunlukla samimi algılanmayan bir gülümseme biçimi. Gerçekten hissederek gülümseyen kişilerden dişlerini göstererek gülümsemelerini bekliyoruz. Her ne kadar orta dereceli bir samimiyet belirtisi olarak algılansa da, karşımızdaki kişinin gülümserken dişlerinin beyazlığına güvenmiyor oluşunun ya da dişlerindeki problemleri gizlemek isteyişinin de dudaklarını sıkı şekilde kapatarak gülümsemeyi tercih etmesinin sebebi olduğunu da aklımızın bir köşesinde bulundurmakta fayda var.

Kendini beğenmiş gülümseme


Kendini beğenmiş ve odağın kendisinde olmasını isteyen insanların çoklukla kullandığı bu gülümseme çeşidinde, dudaklar genelde kapalı ve gülümseme sağa ya da sola çekilmiş olarak bulunuyor. Zaman zaman dudakların aralık olduğu ya da üst dudağın biraz daha kalkık tutulduğu durumlarda da gözlenebiliyor. Dudaklarla birlikte kaşlarda da bir tarafı kaldırmak gülümsemeyi tamamlayıcı olarak kullanılabiliyor.

Kendini beğenmiş şekilde gülümseyen insanların bir çoğu bulunduğu ortamda lider konumunda olmak isteyen ve odak noktası olmak isteyen kişiler. Kalabalık bir ortamda iletişim kurduğunuz kişilere bir süreliğine bu şekilde gülümsemeye devam ettiğinizde sizinle konuşurken çok daha dikkatli ve gergin olduklarını hissedebilirsiniz.

Yarım gülümseme


Kendini beğenmiş gülümsemeye oldukça benzeyen bu gülümseme türü, asimetrik bir görüntü yarattığı ve tam olarak ne yaptığınızın anlaşılmaması nedeniyle en karmaşık ve en farklı tepkiler alabileceğiniz gülümseme çeşidi. Kendine güven, utanma, ilgi, kızgınlık, dominantlık gibi birbirinden çok farklı duyguları yansıtabiliyor.

Ağız açık gülümseme


Ağız açık olarak gülümseme, dişlerin tamamının gösterildiği gülümseme çeşidinden farklı olarak, kahkaha atarken çekilmiş bir fotoğraf görüntüsünü andırır. Bu gülümseme de, şaşırtıcı şekilde çoğunlukla yapay ve samimiyetsiz bir imaj yansıtır. Her ne kadar yapay olsa da, bu şekilde gülümseyen kişiler çoğunlukla umursamaz, ben merkezci ve eğlenceli kişiler olarak tanımlanır. Özellikle fotoğraflarda fotojenik görünmenin en kolay yollarından biri, tüm dişleri göstermek ve ağzınızı olabildiğince açmak. Tabii ki öğle yemeğinde dişinizde maydanoz kalmadığından ve dişlerinizin yeterince beyaz olduğundan emin olduktan sonra:)


Bu içerik http://www.uplifers.com/ tarafından hazırlanmıştır.


Bir boomads advertorial içeriğidir.


23 Ocak 2016 Cumartesi

Hamileler son ay çalışmamalı

Bebek bekleyen kadınların, hamilelik dönemlerinin sekizinci ayından itibaren çalışmalarının sigara içmek kadar zararlı olduğu saptandı.

Essex Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, kadınların gebeliğinin son ayında çalışması, sigara içmeleriyle eşdeğer.

Araştırmaya göre, hamileliklerinin sekizinci ayından sonra çalışmaya devam eden kadınların bebekleri, gebeliğin altıncı ile sekizinci ayı arasında çalışmayı bırakan kadınlara göre daha az sağlıklı doğuyor. Gebeliklerinin son ayında çalışan kadınların bebeklerinin ortalama 230 gr daha hafif doğduğu ortaya çıktı.

Bebeğin gelişim süreci için tehlikeli

Söz konusu araştırma, ilerleyen dönemde bebeğin gelişim sürecinin tehlikeye girebileceğine dikkat çekerken, annenin gebelik sürecinde sigara içmesi kadar bebeğe zarar verdiğini ortaya koydu.

Yanlış beslenme sindirim sistemine zarar veriyor

Gaz yapıcı nitelikte olan gıdaların tüketimi bazı kişilerin sindirim sistemini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Baklagiller ve mısır gibi gıdaların aşırı tüketimi, ayrıca hızlı yemek yeme, lokmaları iyi çiğnememe ve yemek yerken konuşma gibi bazı yanlış beslenme davranışları da sindirim sistemine zarar veriyor.

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Serdar Akça, mekanik ya da beslenme hataları sonucu gelişen, bağırsak düğümlenmesi ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Bazı gıdalar sindirim sistemini zorlayabiliyor
Doğru beslenme, sağlıklı bir hayat sürmenin kilit noktalarından biridir. Tüketilen gıdaların içeriği ise kimi zaman sindirim sistemini zorlayabilmektedir. Özellikle rafinoz adı verilen şekeri içeren fasulye, mercimek, bezelye, lahana, brüksel lahanası ve brokoli gibi gıdaların sindirimi bazı kişiler için zor olabilir. Eğer sindirim sistemi bunu sindirmek için yeterli değilse görevi ince ve kalın bağırsak içindeki bakteriler üstlenir. Tüketim esnasında aşırı gaz oluşabilir, bu gazın bağırsaklarda ilerlemesinde ve çıkışında zorluk olursa bağırsak düğümlenmesi gelişebilir.

Gaz yapıcı gıdaların etkileri kişiden kişiye değişiyor
Yemek sonrası yaşanan şişkinlik hissi, çoğu zaman tuvalete çıkıldığında geçmektedir. Burada özellikle kişinin genel sağlık durumu, bağırsaklarının anatomik yapısı ve karın içindeki duruşu önemlidir. Bu yapılanma kişiden kişiye değişiklik gösterdiği için gaz yapıcı gıdaların her kişide bağırsak düğümlenmesine neden olmayacağı unutulmamalıdır. Ancak ülser gibi sindirim sistemi problemleri varsa veya daha önce karın bölgesinde cerrahi işlem yapılmış ise bu kişiler beslenmelerine özellikle dikkat etmelidir.

Yaş ilerledikçe süt tüketimi azalıyor
Sütte bulunan laktoz, yaş ilerledikçe bazı kişilerde rahatsız edici olabilir. Yaşla birlikte zaman içinde kişilerin vücudunda süt şekerini sindirecek enzim azalmaktadır. Araştırmalar da laktoz intoleransının erişkin nüfusta yüzde 30 olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yaşlandıkça insanlar süt içmeyi azaltır çünkü süt içince oluşan gazdan rahatsız olur. Böyle bir durumda süt miktarını rahatsız etmeyecek düzeye çekmek, yaş ilerledikçe de süt yerine yoğurt ve peynir tüketmek daha doğru olacaktır.

"Karnım balon gibi şişti" diyorsanız…
Sindirim sisteminin içerisindeki algı yapan sinirler, vücuttaki gazın size zarar verip vermeyeceğini belirlemektedir. İrritabl bağırsak sendromu olan kişilerde ise sinirlerin algısında bir sorun vardır. Aslında kişinin gaz problemi yoktur. Karnı balon gibi şişen kişilerin gaz nedeniyle şikayetleri varsa doktora gidip bunun nedenini araştırması ve doğru tedaviyi alması gerekmektedir.

Hazımsızlık ve şişkinliğe neden olan faktörler
Sindirim sistemindeki gazın kişiyi ne ölçüde rahatsız ettiği önemlidir. Aşırı gazdan şikayet eden insanların çoğunda yapılan ölçümlerde bağırsakta normal insanlardan daha fazla gaz tespit edilmemiştir. Ancak hastanın sık sık yaşadığı şişkinlik ve gaz problemi varsa mutlaka doktora danışmalıdır. Sindirim sistemine olması gerekenden fazla hava kaçmasına neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir:

• Lokmaları yetersiz çiğnemek
• Yemeği büyük lokmalar halinde yutmak
• Hızlı yemek yemek
• Yemek yerken konuşmak
• Midenin asit salgısında sorun olması
• Atrofik – kronik gastrit
• Aşırı yağlı yemek tüketilmesi
• Protein tüketiminin günlük miktarı aşması
• İnce bağırsaklarda parazit varlığı
• Şeker ya da karaciğer hastası olmak

İleri vakalara cerrahi müdahale gerekiyor
Aşırı gaz oluşması durumunda mekanik bir etki olmaksızın bağırsak düğümlenmesi yaşanıyorsa bağırsak hareketlerini artıracak bazı manevralarla durum kontrol altına alınır. Ancak bağırsak düğümlenmesi bazen çok ilerleyebilir ve kanamaya, duvarda incelmeye yol açabilir. Böyle durumlarda bağırsağı harekete geçirmek için cerrahi müdahale söz konusu olabilmektedir.

Vejetaryen hamileler nasıl beslenmeli?

Hamilelik, bir kadının yaşayacağı en özel dönemdir. Hem kendi hem de bebeğinin sağlığı açısından yeterli ve dengeli beslenmesinin çok önemli olduğu bir zaman dilimidir. 

Hamilelik döneminde beslenmenin bebeğin doğum ağırlığını, anne karnında büyüme ve gelişmesini ve gelecek yıllardaki sağlığını ne büyük oranda etkilediği bilimsel çalışmalar ile defalarca kanıtlanmıştır. Her hamilenin beslenmesi önemlidir ancak vejetaryen hamilelerin beslenmesi çok daha hassas bir konudur. Peki vejetaryen anne adaylarının en çok dikkat etmesi gerekenler neler?

Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber vegan annelere özel örnek menü hazırlarken, besinler hakkında da püf noktalar veriyor.

EĞER VEGANSANIZ…
Dünyaca kabul görmüş sağlık otoritelerinin bu konuda önerisi; doktor kontrolünde olacak şekilde, vegan hamilelerin,
B12 vitamini
D vitamini
Folik asit desteği kullanmasıdır.
Yine gerekli durumlarda demir minerali takviyesi yapılması gerekir.

Önemli Not: Vitamin ve minerallerin fazla dozları toksik yani zehirleyici etki gösterebileceğinden ötürü sizi takip eden doktor önerisi olmadan besin desteği kullanmayınız.

EN ÖNEMLİ KONU: PROTEİN
Gebelik döneminde günlük protein ihtiyacı artmaktadır. Günde ortalama 25 gram daha fazla protein almak gerekir. Önerilen günlük alınması gereken protein miktarı ise 71 gramdır. Eski bilimsel verilerde hayvansal kaynaklı proteinin şart olduğu belirtilse de, artık birçok büyük üniversite ve Amerika Diyetisyenler Derneği gibi büyük sağlık organizasyonları eğer beslenmede doğru kaynaklar seçilir ise bu ihtiyacın vejetaryen gebeler tarafından da karşılanabileceğini açıklamışlardır.

Vejetaryen gebelerin beslenme düzeninde protein açısından zengin şu besinler her gün düzenli olarak yer almalıdır:
Yumurta
Süt ve süt ürünleri, peynir
Kurubaklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek gibi)
Tam tahıllar (Tam tahıllı ekmekler, bulgur, integral makarna gibi)
Eğer vegansanız diyetisyeninize danışarak soya ürünlerine beslenmenizde yer vermeniz gerekir. Yapılan bilimsel çalışmaların birçoğunda soya sütü, tofu gibi gıdalardaki proteinin hayvansal kaynaklı protein kadar yararlı olduğu açıklanmıştır.

İKİNCİ ÖNEMLİ KONU: DEMİR
Gebelik döneminde demir minerali yetersizliği sık ortaya çıkmakla birlikte demir bebeğin yeterli beslenmesi ve gelişmesi için elzemdir. Günlük alınması gereken miktar vejetaryen olmayanlar için yaklaşık 22-23 mg iken, hayvansal kaynaklı olmayan demirin vücutta kullanılması daha zor olduğundan ötürü vejetaryen ve vegan gebelerin alması gereken miktar yaklaşık 2 kat fazladır, 48 mg alım önerilmektedir.
Demirle zenginleştirilmiş gıdalar
Kuru baklagiller
Koyu yeşil yapraklı sebzeler
Kuru meyveler ve pekmez
Tofu günlük beslenme düzeninde yer almalıdır.
C vitamini, bitkisel kaynaklı demirin vücutta daha iyi kullanılmasına olanak tanır. Bu nedenle taze meyveler ve taze sıkışmış şekersiz meyve sularına öğünlerde ve ara öğünlerde yer verilmesi gerekir.

KOLİN
Gebelik döneminde önem kazanan bir diğer besin öğesi de kolindir. Normal zamanlarda kolin yetersizliği pek sık rastlanan bir durum olmasa da gebelik döneminde artan ihtiyacı düzenli karşılamak önemlidir.
Vejetaryen gebeler için yumurta iyi bir kolin kaynağıdır. Ancak vegan gebelerde soya sütü, tofu, kuru fasulye, kinoa ve kuruyemişlere beslenme düzenlerinde yer vererek gerekli ihtiyacı karşılayabilirler.

KENDİ DİŞ VE KEMİKLERİNİZDEN ÇALMAMAK İÇİN: KALSİYUM
Bebek artan kalsiyum ihtiyacını karşılamak için sizin kemik ve dişlerinizi kullanabilir. Yetersiz kalsiyum alımında bu nedenle doğum sonrası annelerde diş kaybı ve ilerleyen dönemlerde osteoporoz gözlenebilir. Bu sağlık sorunlarından korunmak ve bebeğin yeterli şekilde gelişmesi için vejetaryenlerin beslenme düzeninde günlük olarak süt ve diğer süt ürünleri ve peynirin yer alması gerekir.
Eğer anne adayı vegansa; kalsiyumdan zenginleştirilmiş besinleri, soya sütü, tofu, kuru incir, soya fasulyesi ve bademi beslenme düzeninden eksik etmemelidir.

DOKU GELİŞİMİ İÇİN ŞART: ÇİNKO
Gebelerin günde 11 mg kadar çinko alması gerekir. Kuru baklagiller, kuru yemişler, tohumlar ve sert peynirler çinkonun en önemli kaynaklarındandır.

VEGAN GEBELER İÇİN ÖRNEK MENÜ
(Herhangi bir sağlık sorunu olmayan, orta düzeyli fiziksel aktivite yapan, tüm doktor kontrolleri zamanında yapılmış ve doktor tarafından gerekli olan besin destekleri verilmiş ve bunları düzenli kullanan vegan gebeler için örnek olarak hazırlanmıştır. Kişiye özel beslenme programı için bir diyetisyene danışınız.)

KAHVALTI: 1 su bardağı soya sütü
5-6 yemek kaşığı dolusu zenginleştirilmiş müsli
1 avuç kuru üzüm
1 dilim fıstık ezmeli kızarmış tam tahıllı ekmek
1 su bardağı taze sıkılmış portakal suyu
2-3 adet tam ceviz
ARA: Az yağlı humus dip sos ile buharda pişmiş sebzeler
ÖĞLE: 8 yemek kaşığı kuru baklagil yemeği
4 yemek kaşığı dolusu bulgur pilavı veya haşlanmış kinoa
Bol salata (1 tatlı kaşığı zeytinyağı ve limon ile)
ARA: 3-4 adet kuru incir veya 1 avuç çekirdekli kuru üzüm
1 avuç dolusu fındık/badem/ceviz karışımı
1 su bardağı soya sütü
AKŞAM: 8 yemek kaşığı dolusu sebze yemeği
2 dilim tahıllı ekmek veya 4 yemek kaşığı dolusu integral makarna
Bol salata (1 tatlı kaşığı zeytinyağı ve limon ile)
ARA: 2 porsiyon taze meyve
1 avuç dolusu fındık/badem/ceviz karışımı

22 Ocak 2016 Cuma

Pürüzsüz bir cilde sahip olmanız mümkün

Her kadın pürüzsüz bir cilde sahip olmak ister. Ancak geçmişten kalan akne, yara veya yanık izleri bazen güzelliğimize gölge düşünebilir.

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kaliteli Yaşam Kliniği Koordinatörü Medikal Estetik Dr.Yasemin Savaş , "Fraksiyonel C02 Lazer" yöntemi ile pürüzsüz cilde sahip olmanın mümkün olduğunu belirtiyor.

Normal yaşlanma sürecine, güneş hasarı ve hava kirliliğinin zararlı etkileri de eklendiğinde ciltteki kollojen yıkımı hızlanır. Kollajenin ciltteki miktarı azaldıkça kırışıklar gözlenmeye başlar. Cilt gençleştirmede kullanılan "Fraksiyonel CO2 Lazerler" ciltte mikroskobik kolonlar açar. Kollajen; kan damarları , keratinasitler gibi su içeren ve seçici termal hasara uğramış yapılardır. Açılan kolonlar sayesinde, termal hasar oluşan bölgenin hemen yanındaki hasar görmemiş bölgelerdeki canlı hücreler, hasarlı alana göç ederek buradaki onarım mekanizmasını uyarırlar. Böylece cilt altında yeni kollojen üretimi başlar. Hedeflenen cildin üst yüzeyine hasar vermeden işlevlerini cildin altında gerçekleştirebilmelerini sağlamaktır. Böylece cildin alt yüzeyinde çok daha hızlı bir iyileşme oluşur ve kişiler sosyal hayatlarına kısa süre içinde dönebilirler.

Fraksiyonel lazer uygulamaları sırasında tedavi edilen cildin kalınlığı, inilen derinlik kesin olarak bilinmelidir. Cihazın fraksiyonel özelliği sayesinde uygulama sonrası iyileşme hızı çok yüksek olup süresi kısadır. Dalga boyu daha uzun olduğu için daha derin cilt tabakasında etkisini gösterdiğinden benzer sistemlere göre etkisi çok daha yüksektir.

Günümüzde en çok cilt yenileme ve yüz gençleştirmede tercih edilir. Yüz, göz kapakları, boyun, dekolte bölgesi, el üstündeki kırışıklıklar ve çizgilerin giderilmesinde çok etkili bir yöntemdir.
İlaveten ;

• Cildin geniş gözenekli ve kaba görünümünün giderilmesinde
• Ciltte meydana gelen güneş lekesi, yaşlılık lekesi, doğum sonrası oluşan lekeler ve yüzeysel pigment bozukluklarının giderilmesinde,
• Kötü yaraların iyileştirilmesinde ve yara kabarmalarının azaltılmasında
• kullanılır. Ayrıca bazı cilt kanserlerinin tedavisi; doğumsal veya sonradan oluşan benlerin yok edilmesi, göz kapaklarında oluşan kolesterol plaklarının tedavisinde de kullanılır.

Uygulamanın ardından ani olarak cilt altı kollojen liflerinden %30 oranında kısalma meydana gelir.
Sonraki 1-3 aylık süreçte ise cilt altında yeni kollojen oluşumunda ve cilt altı bağ dokusunda yeniden düzelme yaşanır.

Bu tedavi yöntemi ile ; cilt gençleşmesi olarak adlandırılan ciltte gerilme, cilt üzerinde pürüzlerde lekelerde ve izlerde yüksek seviyede azalma amaçlanır. Ciltteki gözeneklerin daralarak, cilt yapısının 2-5 yıl önceki durumuna geri dönmesi hedeflenir.

Seans sayısı sorunun şiddetine göre ve uygulamanın gücü ve derinlik ayarlarına bağlı olarak değişebilir. Hafif orta derece kırışıklıklar ve izlerde 2-3 seans yeterli iken çok derin sivilce izleri ve kırışıklıklarda tedavi 3-5 seans olarak düzenlenir. Seanslara aralığı 1-1,5 aydır.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Doğacak Bebeğinizin Hatta Torunlarınızın Sağlığı Size Bağlı

Doktorunuz "-İnsülin direncinizden ötürü ileride yüksek tansiyon ve şeker hastası olabilirsiniz" derse bu size pek şaşırtıcı gelmeyebilir ama "-Annenizin çocukken iyi beslenmemiş olması sizin hatta çocuğunuzun şişmanlık veya kalp hastalığına yakalanmanıza sebep olabilir" sözleri ya da "-Fazla kilolu olmanızın altında babanızın erken yaşta sigara içmeye başlamış olması yatıyor olabilir" derse kaçımız bunu inandırıcı bulur? 

Anne olmak isteyen kadınlara özel Wellness programı sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmek ve sağlıklı nesiller için önemli bir adım olarak kabul ediliyor. Memorial Wellness Sağlıklı Yaşam Danışmanı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Özışık, anne olmayı düşünen kadınlara yönelik Wellness programı hakkında bilgi verdi.

Kısa adı HEC (Human Epigenome Consortium) olan uluslararası kuruluş 2010 Şubat ayından bu yana bu konuda önemli çalışmalar yapıyor. HEC'in yürüttüğü İnsan Epigenom Projesi sonlandığında "insan epigenom haritası"nın açıklanması bekleniyor. "İnsan genom haritası"ndan sonra bu çalışmanın önemli pencere açacağı öngörülüyor.

İnsan Genom Projesi sayesinde hücrelerimizdeki kromozomlar üzerinde sarılı olan DNA'mızdaki 3 milyar baz çiftinin 25,000 civarında geni kodladığını ve bunların kromozom haritası üzerindeki yerlerini biliyoruz. "Genom" olarak adlandırılan bu genetik kod kompleksini bir bilgisayar chip'i gibi kabul edersek "epigenom"u da işletim sistemi yazılımına benzetmek mümkün. Nasıl ki aynı bilgisayara farklı işletim sistemleri yüklediğiniz zaman farklı özellikler kazanıyor işte insan epigenomu da, genleri aynı da olsa, insanların birbirinden ayrılmalarını sağlıyor. Diğer bir ifade ile anne karnındaki bebeğin adeta "programlanması" rahim içi biyokimyasal ve hormonal etkilerle şekilleniyor ("epi" eki eski Yunan dilinde "üzerinde/dışında" anlamına geliyor. Epigenom da genomun dışında anlamını taşıyor)

Gebelik öncesi veya gebelik başladıktan sonraki (yani rahim içi) koşullar ne olursa olsun bebekte veya çocukta ortaya çıkan hastalıklar genetik, bu koşullar değiştirildiğinde veya doğru yönetildiğinde ortaya çıkması engellenen hastalıklar ise epigenetik kökenlidir. Anne ya da babanızdan ciddi bir hastalığı genler aracılığı ile almamış dahi olsanız doğru beslenmiyor, egzersiz yapmıyor, gerektiğinde size uygun fonksiyonel gıdaları ve vitaminleri almıyor iseniz kendi sağlığınızı riske atmanın yanında çocuğunuzda epigenetik nedenli bir hastalık çıkmasına da neden olabilirsiniz. Geleceğin anneleri için bu çok önemli bir sorumluluktur.

Geleceğin anneleri bu soruları kendine sormalı
• Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için doğru şeyleri yapıyor muyum?
• Gelecekte sağlıklı bir gebelik yaşayacak mıyım, bu olasılığı artırmak için yapılması gerekenleri yapıyor muyum?
• Sağlıklı bir bebek dünyaya getirebilmek için bugünden doğru şeyleri yapıyor muyum?
• Gebelik ve sonrasında sağlığımı ve formumu kaybetmemek için kimden yardım almalıyım?
• Çocuğumun sağlıklı bir erişkin olması için bugünden yapmam gereken şeyler var mı?

Sizin de aklınızda yukarıdakilere benzer sorular mı var? Memorial Wellness'ta bireylerin kendilerine özgü epigenetik, biyokimyasal ve hormonal profillerine odaklanarak sağlıklı bir nesil gelişimine yardımcı olmak hedefleniyor. Burada uygulanan danışmanlık programı (bireysel sağlık yönetimi danışmanlığı ve sağlıklı yaşam eğitmenliği) sadece gebelik öncesi ve gebelikte değil yaşamın her kademesinde sağlık risklerinin azaltılıp, sağlıklılık durumunun korunmasına, geliştirilmesine, yaşlanmanın yavaşlatılmasına ve olabilecek hastalıkların önlenmesine yardımcı olmak için geliştirilmiş bir programdır.

Kadın cinayetlerinin en büyük nedeni kıskançlık

Herhangi bir olay karşısında emin olamama ya da güvensizlik duygusu olarak tanımlanan şüphe, aşırı düzeyde yaşandığında kişi ve çevresindekilerin hayatını olumsuz yönde etkileyebiliyor. 

Hemen hepimizin zaman zaman yaşadığı bu duygu kimi zaman kişiler arasında ölümle sonuçlanabiliyor. Öyle ki günümüzde kadın cinayetlerinin en büyük nedeni olarak bu tür kıskançlık paranoyaları gösteriliyor.

Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Klinik Psikoloğu Orçun Aykol, şüphenin hangi durumda paronayaya dönüşeceği, hastalık olarak kabul edilebileceğine ilişkin önemli bilgiler veriyor.

Şüphe veya kuşku, bir insanın bir olay karşısında duyduğu emin olamama veya güvensizlik duygusu olarak ifade edilir. Bir anlamda inanç ile inançsızlık arasında kalındığı durumdur şüphe. Uzm. Psk. Orçun Aykol şüphenin hangi durumlarda hastalık göstergesi olabileceğini anlattı.

Akıllarında sürekli birilerinin kandırdığı var!
“Tüm diğer psikolojik hastalıklarda olduğu gibi şüphenin de hastalık sayılabilmesi için hayatımızı büyük oranda etkilemesi, işlevselliğimizi bozması gerekmektedir. Günlük yaşamda hepimizi kuşkusuz zaman zaman bir takım şeylerden şüphelenebiliriz. Ancak bunlar hayatımızı etkilemez, o düşünceler aklımıza gelir ve gider biz günlük yaşamımızı sürdürmeye devam ederiz. Bazı bireyler ise bu düşüncelerden kurtulamaz. Akıllarında sürekli birilerinin onları kandırdığı, onlara zarar vermeye çalıştığı, gittiği restoranda zehirleneceğini, eşleri tarafından aldatıldığı ya da aldatılacağı ile ilgili düşünceler nedeniyle günlük işlevlerini yerine getirmez. Bunları düşünmekle kalmayıp sürekli bu düşünceleri doğrulayacak ya da rededecek kanıtlar bulma peşindedirler.

Aşırı şüphe paronayaya dönüşüyor!
Bu tür düşünceler beraberinde yoğun öfke, saldırgan tutumları, mutsuzluk ve kaygıyı doğurabilir. Artık şüpheler “paranoya” olmuştur. Böyle durumlarda bireyler mutlaka ruh sağlığı uzmanları tarafından tedaviye alınmalıdır. Kişi çoğu kez bu şüphelerin doğruluğuna inanacağı için tedaviye başvurmaz, ancak yakınları tarafından tedaviye ikna edilmeli, gerekiyorsa yasal yollarla tedaviye getirilmelidir.

Kadın cinayetlerinin en büyük nedeni kıskançlık paronayaları
Eşler arasında en çok kıskançlık paranoyaları gündeme gelmektedir. Günümüzde yazılı ve görsel basında sık sık duyduğumuz kadın cinayetlerinin en büyük nedeni bu tür kıskançlık paranoyalarıdır. Birey eşi tarafından aldatıldığını düşünerek her durumu kendi zihninde buna uyarlayıp öfke gösterir, saldırgan tutumlar sergiler.

İnatlaşılmadan tedavisi şart!
Paranoya bozukluğu olan bireylerin yakınları, kişiye aksini iddia ettiğinde, onu durumun düşündüğü gibi olmadığına ikna etmeye çalıştığında da öfke ve güvensizlik ortaya çıkmaktadır. Bireyin yakınları kişiyi ikna etmeye çalışmayarak, onunla iddialaşmadan iletişime geçmeli ve tedaviye yönlendirmelidir. Tedavide ilaç tedavisi ve psikoterapinin paralel işlediği bir program oluşturularak kişiye destek verilmelidir. Eğer paranoyalar çok ileri düzeyde ise, kişi bu yüzden çevresine ve kendisine zararlar veriyorsa yatarak tedavi en etkili yöntem olmaktadır. “

19 Ocak 2016 Salı

Aşkın Tek Sırrı Kaybetme Korkusudur

Bir gün ona rastlarsınız. Gözleriniz kamaşır güzelliğinden ya da yakışıklılığından. "Bu o," der iç sesiniz. Kalbiniz yerinden fırlayacak gibi olur heyecandan; boğazınız kurur, derin nefes alma ihtiyacı duyarsınız. Aşk kapınızı çalmıştır hiç beklemediğiniz bir anda.

O da size bakar. Utanır bakışlarınızın kesişmesinden. Size olan ona da olsun istersiniz. Yanınıza yaklaştığında ya da siz gittiğinizde onun yamacına, tanıştırılırsınız bir şekilde. Elleriniz birbirine değdiğinde, teninin sıcaklığını hissettiğinizde tarifi imkânsız duygular sarar bedeninizi.

Dünya durur, zaman durur, aşk kapıyı çaldığında. Onu görmeden geçmesin istersiniz zaman, dokunmadan duramazsınız birbirinize. Yaşama dair ne varsa önemsizleşir, tek gördüğünüz onun güzel gözleri olur. "Bulduk birbirimizi," dersiniz. Birlikte hayaller kurar, durmadan istemsizce gülümsersiniz. Etrafınızdakiler anlar size bir haller olduğunu; onsuz kaldığınız anlarda eksildiğinizi.

Aşk çok fena yapar insanı; şakası yoktur, feleğinizi şaşırtır.
Günler geçer, belki aylar, bazen yıllar boyu sürebilir aşk, zamana yenik düşmeden. Bilim ve istatistik ne derse desin, olabilir böyle sevdalar. Her gördüğünde ilk kez görüyormuş gibi bakar gözler, her buluşma ilk buluşma gibi heyecan verir. Birbirlerinin yaşamını güzelleştirir âşıklar, güç verirler, kolaylaştırırlar her işi. Fedakârlık değildir yaptıkları, içgüdüseldir; sevdiğinin mutlu olmasından mutlu olur her âşık. Biri belki biraz fazla verici olur, diğeri az; biri daha koruyucu kollayıcı olur, diğeri daha eğlenceli. Kendi dengesini bulur her ilişki.

Ama bir gün bir şey olur ve biter aşkın tesiri. 
Odak dışa kayar; belki batmaya, rahatsız etmeye başlar diğerinin ilgisi. Nefes alamaz olur insan. Uzaklaşmak, tek başına kalmak ister. Değişen bir şey yoktur aslında ama biter bir gün büyü. “Nasıl olsa benim, ne yaparsam yapayım beni bırakmaz” düşüncesine kapıldığı an önemsizleşir diğer taraf. “O olmadan da varım ben, onsuz da güzelim, güçlüyüm,” der insan. Başka bedenler tanımak, diğerleri de beni beğeniyor mu sorusuna yanıt aramak ister.

Güzelliğin bakan gözde saklı olduğunu unutur insan. Sahip olduklarının kıymetini kaybetmeden anlamaz. Önce kendisini aldatır sonra bir zamanlar sevdiğini. Bir yalana sürüklenir ilişki. Aldatılan kendini suçlar, sevgilisinin uzaklaşmasının nedenini kendinde arar ya da farkında olmaz olan bitenin, ahmaklaşır. Aldatan hem dengesizleşir, hem suçlu hisseder kendisini. Başka birisinin sevgisini garantiye almadan bitiremez ilişkiyi.

Aşkın bittiğini düşünüyorsanız
Sevgilinizi eskisi kadar değerli bulmuyorsanız ya da onun sizden uzaklaştığını hissediyorsanız ama ilişkinize son bir şans vermek istiyorsanız size tavsiyem şudur.

Önce aldatmayı, ayrılmayı düşünenler için yazıyorum: Ona âşık olduğunuz ilk günü hatırlayın. Aynı insan var kaşınızda. Zamanla birbirinize alıştınız, kanıksadınız ama uzun zamandır bakmadığınız gözlere bir kez daha bakarsanız aynı biçimde parladıklarını göreceksiniz. O da bu ilişkiyi bitirebilecek, başka insanlara yönelebilecek, sizi terk edebilecek potansiyele sahip. Bunu yapmıyorsa acizliğinden değil; sizi hala sevdiğindendir. Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Kendinizi güzel buluyorsanız karşınızdakinin sizi güzel bulmasındandır. Onun da sizi bırakıp gidebileceğini düşünün.

Böyle bir şey başınıza geldiğinde nasıl hissedersiniz?
Terk edilme korkusu yaşayan, aldatıldığını hissedenler içinse tavsiyem şudur: Sizi çantada keklik sanmasına izin vermeyin. İlişkinin rehavetiyle kendinize özen göstermeyi bırakmış olabilirsiniz. Âşık olduğunuz ilk zamanları hatırlayın. Giyiminize, kişisel bakımınıza özen gösterin.

Ondan aşk dilenmeyin.
Kendinize acımayın. Güçlü olun. Sizin de onu terk edebileceğinizi anlarsa ilişkinize bir şans daha verebilir.

Unutmayın; birazcık kaybetme korkusu her zaman işe yarar.

17 Ocak 2016 Pazar

Erkek Kısırlığı Tedavisinde Modern Yöntemler

Çocuk sahibi olamayan çiftlerde genellikle erkek faktörü önemli rol oynuyor. Erkek kısırlığında kullanılan yeni teşhis ve tedavi yöntemleri, birçok çiftin bebek sahibi olma hayallerini gerçekleştiriyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Aygül Demirol, erkek kısırlığında başarıyı artıran tedaviler hakkında bilgi verdi.

Stres ve sigara kullanımı sperm kalitesini düşürüyor
Erkek faktörü değerlendirilirken temel analiz, sperm örneğinin incelenmesidir. Sperm sayısı, hareket kabiliyeti, spermin dölleme yeteneği ve gerekli vakalarda genetik analizinin(sperm FISH ve genetik hasar testleri) yapılması önemlidir. Sayısal düşüklük, hareket oranı düşüklüğü ya da tam hareketsizlik, şekil bozuklukları ve sperm örneğinde genetik olarak DNA kırıklarının yoğun olması, erkek kısırlığının başlıca nedenleridir. Günümüzde çevresel faktörler, çalışma şartlarında maruz kalınan birçok toksik madde, sigara ve erkek yaşının ilerlemesi sperm kalitesini düşürmektedir.

Şiddetli erkek kısırlığı vakaları hormon tedavisi gerektirebiliyor
Tedavi öncesi erkek iyi analiz edilmelidir. Bazı vakalara özel antioksidan ve vitamin tedavisi gerekli olabilir. Bazı daha ciddi vakalarda ise; hormon tedavisi ve sperm yapımının uyarılması gerekebilir. Tedavi edilmesi en zor olan grup; sperm sayısı çok düşük ve kalitesiz olan vakalar ve hiç sperm olmayan azospermi vakalarıdır. Şiddetli erkek kısırlığında kullanılan tüp bebek tedavi teknikleri içinde ICSI yani mikroenjeksiyon yöntemi birçok vakaya büyük oranda çözüm olabilmektedir. Azosperm vakalarında Mikrotese(mikroskop altında detaylı testis biyopsisi) yöntemleri ve sonrası testis dokusundan spermin ayrıştırılması deneyim ve altyapı gerektiren ve hızla ilerleyen teknolojilerdir. Son aşamada mikroenjeksiyon tekniği ile her bir yumurta içerisine bir sperm enjekte edilmektedir. Bu nedenle seçilen sperm kalitesi, tedavi sonucunu önemli ölçüde etkilemektedir.

En iyi spermin seçilmesi sağlanıyor
IMSI yani büyük büyütmeli mikroenjeksiyon, şiddetli erkek faktörü olan infertil çiftlerde kullanılan son derece etkin bir yöntemdir. Yöntem, mikroenjeksiyon işleminde kullanılacak spermin ileri teknolojik imkanlar ile binlerce kat büyütülerek incelenmesini ve böylelikle en iyi spermin seçilmesini sağlamaktadır. Bu işlem için özellikli bir mikroskop kullanılmaktadır.

Döllenme oranını artırırken gebelik kaybı oranını düşürüyor
Mikroenjeksiyon işleminde her bir olgun kadın yumurtası bir adet sperm ile döllenmektedir. Embriyo kalitesini belirleyen yumurta ve sperm kalitesidir. Döllemede kullanılacak spermin seçimi de hayati önemlidir. Eğer dölleme kapasitesi en iyi ve genetik olarak en kaliteli sperm seçilirse işlemde döllenme oranı, embriyo kalitesi, gebelik oranı yüksek ve gebelik kaybı oranı düşük olmaktadır. Normal mikroenjeksiyon sisteminde sperm, 100 -400 kat büyütülerek seçilmektedir. Büyük büyütmeli mikroenjeksiyon yani IMSI'de ise spermler 1600- 7000 kata kadar büyütülerek son derece titiz ve sperm başındaki bazı özellikler detayla incelenerek seçilmekte ve mikroenjeksiyon uygulanmaktadır.

Sperm seçiminde diğer ek teknolojiler
Genetik hasarlı spermler ayrıştırılarak sağlıklı sperm seçilmesinde "mikroçip yöntemi" seçilmiş vakalarda yüksek döllenme ve kaliteli embriyo gelişimi sağlamaktadır. Benzer şekilde PICSI sistemi de sperm seçimi için özel olarak hazırlanmış bir yöntemdir. Bunların dışında, lazer asiste mikroenjeksiyon ise hareketsiz sperm olgularında sperm seçim ve mikroenjeksiyon aşamasında başarıyı artıran özel bir teknolojidir.

Bir evliliği ayakta tutan sebepler nelerdir?

Günümüzde yürütülmesi son derece zorlaşan ve toplumumuzun temel taşı olan aile kavramı ve evlilik üzerine son derece önemli bilgiler aktaran Uzm.Psikolog Gani Eser, evliliği ayakta tutan ana sebeplere ve en çok merak edilen sorulara ışık tuttu.

Evliliği ayakta tutan ve geliştiren şey dengedir. Evlilikler zamanla dengeyi bulan, uyum sağlayan organizmalardır. Nasıl birey kendi içinde uyumu sağlayamadığı, sözleri, eylemleri ve inançları
farklı frekanslarda olduğu zaman sosyal kabul görmüyorsa, evliliklerde de uyumsuzluk kötü sonun habercisidir.

Denge sağlanamıyor, uyum gerçekleşemiyorsa da evlilik devam edebilir ama nedeni artık sevgi değil, zorunluluklardır. Çocuklar, bir tarafın ekonomik özgürlüğünün olmaması, düzenin değişmesinden korkmak gibi nedenlerle sürdürülen çok sayıda evlilik var toplumumuzda maalesef.

İçinde sevgi olmayan evlilikler çocuklar için de çiftler için de sağlıksız ortamlardır. Ama toplumsal baskı ve belirsiz gelecekten duyulan korku yüzünden bir şekilde sürdürülüyor. Sevgi ile büyümeyen çocukların sayısı ne yazık ki bu yüzden sürekli artmakta.

Denge derken; zamanla eşlerin farklı rolleri üstlenerek bütünleşmelerini, biri duygularıyla hareket ederken diğerinin mantığını kullanmasını, iş bölümü yapmalarını, karşılıklı sorumluluk almalarını ve eşit olmalarını kast ediyorum.

Evliliğin birinci yılı zor bir dönemdir. Bu süreçte denge sağlamak çok kolay değildir ama kritik eşik aşıldığında taşlar yerine oturmaya başlar. Uyum sağlandıktan sonra yaşam kolaylaşır, evli olmanın, birlikte daha güçlü ve sevgi dolu olmanın tadına varılır. Sorumluluklar paylaşıldıkça ve empati kuruldukça birlikte daha güçlü olduklarını fark eden eşler tek başlarınayken yapamadıklarını birlikte başarmanın hazzını tadar ve yaşam kalitelerini yükseltmek için daha kolay motive olurlar.

İlişkilerde en çok hangi hataları yapıyoruz?

Öncelikle iletişim kurmayı bilmiyoruz. Ben merkezli yaklaşıyoruz olaylara. İlişki öncesi bireysel yaşamımızdaki alışkanlıklarımızı değiştirmek istemiyoruz. Esnek değiliz. Biz olmayı bu yüzden başaramıyoruz.

Olduğumuz gibi davranmakta ya da partnerimizi olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyoruz. Başkalarıyla kıyaslıyoruz veya kıyaslanıyoruz. Kırıldığımız zaman derdimizi anlatmak yerine sessiz kalmayı tercih ediyoruz.

Önceki ilişkilerimizin izlerini silmekte ihmalkâr davranıyoruz. Birbirimizin çevresine saygı göstermeyi beceremiyoruz. Duygusal şantaja başvuruyoruz.

Empati kurabilsek; partnerimizin de ilişki için fedakarlık yaptığını, eski alışkanlıklarını terk ettiğini görebilsek hatamızı fark edebiliriz belki. Hep kendi penceremizden bakmaya alıştığımız için "biz" olmakta zorlanıyoruz.

Hata yapan partnerimizin özür dilemesini bekliyoruz boşuna. Uzun sessizlikler, kaprisler gittikçe birbirimizden uzaklaşmamıza neden oluyor. Oysa onu affettiğimizi hissettirecek bir sözle yaklaşmayı denesek belki o anda sona erecek kırgınlığımız. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden bitiveren evliliklerin sayısı hiç az değil.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini gösteren sinyaller nelerdir?

Eşinizin gözünün içine bakmadığınızı ya da onun gözlerini sizden kaçırdığını fark ediyorsanız alarm çalmaya başlamıştır. Bu yazıyı okuyan evli bireyler bir an durup düşünsünler; en son ne zaman eşlerinin gözünün içine sevgiyle baktıklarını hatırlamaya çalışıp dürüstçe yanıtlasınlar. Sonuç pek iç açıcı olmayabilir.

Modern yaşamın hızına ayak uydurabilmek için koşturmaktan, trafikte zaman kaybetmekten, çocukların sorumluluklarını yerine getirmekten yorulup birbirimize sadece alışkanlıklarımız nedeniyle mekanik ilişkiler çerçevesinde yaklaşıyor olabiliriz.

Eşinin saçını kestirdiğini fark etmeyen, günlerce birbirinin yüzüne bakmayan evli çiftler var. Kötüye gidişin sinyalleri her yerde var ama görmek isterseniz görebilirsiniz.

Çocuk faktörü evliliği nasıl etkiler?

Ebeveynin bakış açısına, tutumuna göre olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Bir tarafın istemediği çocuk daha anne karnındayken bunu duyar ve hisseder. Sorumluluk eşlerden birine yüklenirse hayat kalitesi düşeceğinden çocuğuna da eşine yeterli ilgiyi gösteremeyecektir. Kendisini istemeyen anne ya da baba ile büyüyen çocuk hayat boyu güven sorunu yaşayacaktır.
Kötü giden bir evliliği toparlayabilmek için son çare olarak dünyaya getirilen çocuklar bazen boşanmayı engellese de içinde sevgi olmayan, şiddetin, huzursuzluğun baskın olduğu ailelerde büyümenin travmasını yaşarlar.

Eşlerin kritik eşik olan ilk yılı tamamlamadan çocuk sahibi olmayı düşünmemelerini tavsiye ediyorum. Anne baba olmak çok büyük bir sorumluluk. Çevreden gelen baskılara boyun eğmemeli, çocuğun sorumluluğunu üstlenebileceklerinden emin olduklarında, her ikisi de bunu istediğinde karar vermeleri en doğrusu.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini fark eden eşler ne yapmalı?
Nedenine göre değişir. Tekdüzelik, sadakatsizlik, sorumlulukların adil dağılmaması ve sair nedenlerden kaynaklanabilir.

Bir taraf evliliği sürdürmek istiyorsa iletişim kurarak olumsuzluğun nedenlerini ve neler yapabileceklerini konuşabilecekleri bir ortam yaratmalı. Sorunu karşısındakinden önce kendisinde arama olgunluğuna sahip olabilirse, ilişkiye objektif bakabilirse, çözüm odaklı yaklaşabilirse kriz atlatılabilir. Konuşmak, yargılamamak, empati kurmak, sevgi ile yaklaşmak evliliğin devamını sağlayabilir.

Bir taraf sürekli ayrılmaktan, gitmekten bahsediyorsa muhtemelen diğerini kaybetme korkusu yaşamıyordur. Az da olsa kaybetme korkusu ilişkilerin can simidi olabilir. Neyi kaybedeceğini net olarak görebilen, fark edebilen eş kendine gelebilir.

Uzm.Psk. Gani Eser/