26 Kasım 2015 Perşembe

İdrarınız Sağlığınızın Habercisi…

Su tüketiminiz ideal olduğu halde son günlerde idrarınız koyulaşmaya mı başladı? Çay renginden pıhtılı kanamaya kadar giderek koyulaşan bir renge mi dönüşüyor? İhmal etmeden hekime başvurmanızın tam zamanı…

Tıp dilinde ‘Hematüri’ olarak adlandırılan idrarda kan görülmesinin neden önemsenmesi gerektiğini ve aslında hangi hastalıkların habercisi olabileceğini Hisar Intercontinental Hospital Üroloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sinan Ekici ile konuştuk…

İdrarda Kanama Bazı Hastalıkların Habercisi Olabilir!
İdrarda kanamaya eşlik eden başka bir şikayet olup olmaması çok önemlidir. İdrar yaparken yanma, yan ve sırt ağrısı, kasıklarda ağrı, yüksek ateş, bulantı, kusma gibi eşlik eden belirtiler olabilir. Bu durumda sistit, böbrek iltihabı, taş hastalığı, prostat büyümesi, prostat kanseri sıklıkla görülmekle birlikte mutlaka böbrek kanseri ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü kanamaya neden olmuş bir böbrek kanseri taş düşürürken hissedilen kadar ağrıya neden olabilir!

Böbrek kanserlerinin neden ve nasıl geliştiği henüz tam olarak aydınlatılamamış olsa da; en sık suçlanan nedenler sigara, genetik yatkınlık, şişmanlık, yüksek kalorili yağlı diyet, yüksek tansiyon, kimyasal sanayi maddeleri, radyasyon ve uzun süreli hemodiyalize girmektir. Pek çok kanser çeşidinde olduğu gibi böbrek kanseri için de “erken tanı” çok önemlidir. Ultrasonografinin yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte, herhangi bir nedenle yapılan ultrasonografide rastlantısal olarak, hiçbir şikayet nedeni değilken; kolaylıkla bir böbrek kanserinden şüphe duyulabilir ve bu sayede hastalık erken yakalanabilir. Önemli olan, hastanın hiçbir şikayeti yokken böbrek kanserinin yakalanabilmesidir. Çünkü kanser erken evrede yakalanırsa, tamamen kurtulma şansı çok yüksektir.

Kanserin evresine bağlı olarak idrarda çıplak gözle görülebilen veya tetkiklerde ortaya çıkan kanama, böbrek bölgesinde ele gelen kitle ve ağrı, genel halsizlik, yorgunluk hissi, iştahsızlık, kilo kaybı, tekrarlayan yüksek ateş, kansızlık (anemi), yüksek tansiyon, karaciğer fonksiyon bozukluğu, çarpıntı, varikosel, bacaklarda şişlik ve kanserin yayılım yaptığı organa göre ağrı, öksürük, nefes darlığı, kanlı balgam çıkarma, kemik ağrısı, baş ağrısı, şuur kaybı, felç gibi belirtiler görülebilir. Böbrek kanseri sinsi bir seyir gösterdiğinden dolayı tanı konulduğunda, ne yazık ki hastaların %25’inde hastalık ilerlemiş ve yayılmış durumdadır. Ameliyat ile tüm kanserli dokuları çıkarılan lokalize hastalığı olan hastaların da yaklaşık %20-30’unda ileride tekrarlama riski vardır. Bu nedenle tedavi sonrasında da düzenli kontrol yaptırmak hayati önem taşır.

İdrarda Ağrısız Kanamayı Dikkate Alın!
İdrarda kanamanız oldu, kendiliğinden geçti ve başka hiçbir şikayetiniz yok. ‘Çok şanslıyım. Muhtemelen gelip geçici bir durumdu. Bir daha da olmaz’ diyebilirsiniz. Bu durumda biz doktorlar “Aman dikkat!” deriz. Çünkü idrarda ağrısız kanama görülmesi en tehlikeli durumdur çünkü bu durum mesane kanserinin en önemli belirtilerinden biridir ve hastaların yaklaşık %85'inde görülür.

Kanama hemen her zaman aralıklı olarak görülür. Hastanın gözle görülen kanaması olmasa dahi idrar tahlilinde mikroskopik düzeyde kanama tespit edilebilir. Eğer, tütün mamulleri kullanıyor veya dumanına maruz kalıyorsanız, az su tüketiyorsanız veya mesane kanseri oluşum riskini artıran bir meslek grubunda (oto sanayi işçileri, boyacılar, kamyon şoförleri, matkap operatörleri, deri işçileri, metal işçileri, tornacılar ve organik kimyasallar içeren mesleklerde çalışan kuru temizleme işçileri, kâğıt sanayinde çalışanlar, kuaför ya da güzellik uzmanları, tekstil sanayi çalışanları ve tesisatçılar risk grubunda yer alır) çalışıyorsanız hemen bir üroloğa, tercihen bir ürolojik onkoloji uzmanına gidin.

Mesane kanserlerinin %90-95’i ‘ürotelyal karsinom’ denilen türdendir. Mesane kanserlerinin %75-85’i tanı anında mesanenin kas dokusuna geçmemiş olan mesane kanserleridir. Kanser kas dokusuna ve daha ötesine ilerlemiş ise ‘kasa invaze mesane kanseri’ olarak adlandırılır. Kas dokusu damarlarca zengin bölge olduğu için, kasa invaze mesane kanseri kolaylıkla mesane dışına çıkıp çevre dokulara, lenf bezlerine ve akciğer, karaciğer, kemik gibi başka organlara da yayılabilir. Bu evreye gelmiş kansere artık ‘metastatik mesane kanseri’ denir. Kas dokusuna geçmemiş mesane kanserinin doğal gidişi tam olarak bilinmemektedir. Bu kanserlerin en önemli özelliği tedaviye rağmen tekrarlama ve hastalığın ilerleme riski açısından değişken biyolojik davranış göstermesidir.

Mesane irritabilitesi, sık idrara çıkma, sıkışma ve idrar yaparken yanmadan oluşan şikâyetler bütünü ikinci en sık görülen başvuru şeklidir ve yüzeyel mesane kanserinden çok yaygın “karsinoma in situ” denilen yüksek riskli tümör ya da kasa invaze mesane kanserini düşündürür. Mesane kanserinin diğer belirti ve bulguları arasında böbreği mesaneye bağlayan idrar kanalında (üreter) tıkanıklığa bağlı bel ağrısı, bacaklarda şişlik ve karında kitle sayılabilir. Çok nadir olarak da hastalar başvuru anında ilerlemiş hastalık belirtileri olan kilo kaybı, karın ağrısı ya da kemik ağrısı ile başvurabilirler.

Mesanenizi korumak için…
• İdrarla ilgili bir sıkıntı hissettiğinizde, idrarınızda kanama olduğunda mutlaka bir üroloji uzmanına muayene olun.
• Sigara içmeyin ve sigara içilen yerlerde bulunmayın.
• Kimyasal maddelerle çalışmak zorunda iseniz, mutlaka koruyucu tedbirler alın.
• Özellikle 50 yaşından sonra yılda bir defa mutlaka üroloji muayenesinden geçin.
• Ailenizde kanser hastası varsa, genetik yatkınlık olabileceği için, hiçbir şikayetiniz olmasa da ürolojik kanserler açısından düzenli kontrollerinizi yaptırın.

Unutulmamalıdır ki, “Benim bir şikayetim yok ki neden doktora gideyim?” düşüncesi tanıda geç kalmanın en sık nedenidir. Hiç olmazsa yılda bir tam idrar analizi ve idrar yolları için ultrasonografi yaptırmak, kanserin erken tanısı için önerilecek en pratik yöntemdir. Özellikle, kanser gelişimi için risk faktörlerine sahip insanların mutlaka ürolojik onkolojide uzman bir üroloji doktoruna gitmeleri hayati önem taşır.

21 Kasım 2015 Cumartesi

Diyet Yerine Sağlıklı Beslenin!

Amerikalı doktorlar, halkı yemek biçimlerini değiştirmeye davet ederek, lif açısından zengin besinlerin tüketilmesinin önemine işaret ediyor. 

Çok sayıda kişinin karbonhidratı kesmek için makarna ve rafine şekerden uzak durduğuna, ancak kepekli undan üretilen makarnanın zengin lifli bir besin olduğuna dikkati çeken doktorlar, lifli gıdaların kalp hastalığı ve kanser riskinin yanı sıra diyabet bağlantılı komplikasyonları azalttığını ve sindirim sağlığı için yararlı olduğunu belirtiyor.

Atıştırma alışkanlığını bırakın
Amerikalılar'ın özellikle ''atıştırma'' alışkanlığına işaret eden doktorlar, atıştırmak için yine aynı tür kepekli undan üretilen krakerler veya cipslerin, sabahları ise bir kase yulaf veya kepekli buğdaydan yapılan ekmeklerin tercih edilmesi gerektiğini kaydediyor.

Somon balığı tüketin
Yeni yılın bir diğer favori besininin, kalp krizi riskini azaltan, kandaki kolesterol oranını düşüren ve Omega-3 yağ asitleri açısından zengin somon balığı olduğunu belirten Amerikalı doktorlar, bu balıkta bol miktarda bulunan A vitamini ve karotenin kanseri önleyebildiğine, ayrıca bu balığın etindeki doymuş yağ oranının, kırmızı et ve tavuktan düşük olduğuna dikkat çekiyor.

Baklagilleri tüketmeyi ihmal etmeyin
Baklagillerin de protein, demir, folik asit ve lif açısından zengin olduğu belirtilirken, et, tavuk, yumurta ve diğer protein kaynaklarının yerini alabilecek bu gıdaların kalp hastalıkları ve kanser riskini de azaltabileceği vurgulanıyor.

Patates tüketin
Amerikalılar için yeni yılda önerilen bir başka sağlıklı besin de tatlı patates. Tatlı patatesin en yararlı sebzelerden biri olduğunu kaydeden doktor ve diyetisyenler, bu besinde göz sağlığı, kemik ve diş gelişimi ile sağlıklı cilt ve saç için gerekli günlük karoten gereksiniminin 4 katının bulunduğunu belirtiyor. Tatlı patatesin, protein ağırlıklı Atkins diyeti uygulayanlar için de uygun olduğu ifade ediliyor.

Çocuk oynarken öğrenir

Günümüzde çocuklar artık ne yazık ki vaktinin çoğunu bilgisayar, televizyon ya da internet başında geçiriyor. Arkadaşlarıyla bir arada olmak yerine ekran başında olmayı tercih ediyor. 

Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler çocukları gittikçe daha fazla ev içinde kalmaya itiyor. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklediğini söyleyen Klinik Psikolog Zeren Kadıoğlu aileleri uyarıyor: “Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar artıyor.”

Oyun oynamak bir deneyimdir. Çaba gerektirdiği kadar aynı zamanda içten gelen bir uğraştır. Bir çocuğun oyunu, sembolik olarak kendi dünyasını yansıtır. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklemek ve duygusal çatışmalarının çözülmesini sağlamak gibi faydaları da vardır. Oyun çocukların sağlıklı gelişimleri için ayrılmaz bir unsurdur. Çocuklar oyun oynadıkça problem çözme becerileri gelişir, motor becerileri ve fiziksel gelişimleri olumlu etkilenir.

Paylaşmayı, keşfetmeyi öğrenir
Çocuklar oyun sayesinde yaratıcılıklarını geliştirebilirler ve okul öncesi gereken bilişsel gelişim düzeyine erişmelerine de oyuncaklar yardımcı olmaktadır. Böylece çocuklar paylaşmayı, keşfetmeyi, öğrenmeyi öğrenirler. Çocuğunuza bir oyuncak verdiğinizde dokunma ve görme aracılığıyla onun duyularına hitap eden bir nesne sunmuş olursunuz. Çocuklarınıza uygun oyuncaklar seçtiğinizde onun fiziksel, sosyal-duygusal ve zihinsel gelişimine de yardımcı olmuş olursunuz.

Çocuklar eve kapanıyor
Günümüzde çocukların oyun deneyimlerinin oldukça değişmeye başladığını görmekteyiz. Televizyon, internet ve özellikle de bilgisayar oyunları nedeniyle çocuklar pasif bir biçimde eğlenmekte ve hem çevrelerindeki diğer insanlarla (arkadaş, ebeveyn, vb…) hem de doğayla daha az temas etmektedirler. Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler gittikçe daha fazla çocukları ev içerisinde kalmaya iten etkenlerdir. Bazı ebeveynler için bilgisayarın çocuklar üzerindeki uyuşturucu etkisi çocuğu oyalayıcı ve böylece çocuğun anne-baba tarafından kontrol edilmesi zor birtakım davranışlarını engelleyici olarak görülüyor. Ayrıca çocuklar arasında internet kullanımının sınırlandırılması ebeveynler için kolay olmuyor. Durum böyle olunca çocuklar saatler boyunca bilgisayarın başından kalkmıyor, adeta ekran başında hayatlarını sürdürüyorlar. Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar her geçen gün daha fazla karşımıza çıkıyor.

Doğada oynayan çocuklarda dikkat eksikliği azalıyor
Ebeveynlerin aşırı koruyucu tutumları nedeniyle özellikle büyük şehirlerde yaşayan çoğu çocuk ev dışarısında –açık havada- oyundan faydalanamıyor. Yurtdışında 9000 okul öncesi çocuk üzerinde yapılan bir araştırmaya göre okul öncesi çocukların yarısı günlük oyun ihtiyaçları için ebeveynleri tarafından dışarı çıkartılmıyor. Özellikle bu yaş çocuklarında en azından ebeveynlerden birisinin çocuğa dışarıda oyun oynarken eşlik etmesi gerekiyor ancak çoğu ebeveyn bunu yapamıyor. American Journal of Public Health dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre doğada yapılan etkinliklerin iç alanlarda yapılanlara göre hiperaktivite ve dikkat eksikliği belirtilerini daha fazla azalttığı görülmüştür. Çünkü çocuklar açık havada daha fazla hareket ederek enerjilerini harcadıklarında sınıfta dikkat sorunu gösterme riskleri azalmakta, daha iyi konsantre olabilmektedirler.

Oyun duygusal gelişimi etkiliyor
Oyun çocuklarda duygusal gelişimi destekliyor. Doğumdan itibaren çocuklar etrafındakilerle ilişki kurmaya başlar. Yaşları büyüdükçe öncelikle yakın çevreleriyle kurmuş oldukları ilişkiler zincirinin genişleyerek çevrelerindeki diğer kişileri de kapsamaya başlaması beklenir. İlişkileri kurma ve ilerletme becerisi, doğru ile yanlışı ayırt edebilme gibi beceriler grup oyunları, oyuncak bebekler gibi oyuncaklarla gelişir. Oyunla birlikte çocuğun çevresi üzerindeki etkinliği ve farkındalığı artar. Ayrıca, çocuğun oyunlarına ebeveynleri de dahil olduğunda çocuk ve ebeveyn arasında güçlü bağlar oluşmasına yardımcı olur. Oyun oynarken ebeveynler ve çocuklar arasında oluşan etkileşim sayesinde çocuklar ebeveynlerinin onlara tüm dikkatlerini verdiğini hissederler, böylece aralarındaki ilişki güçlenir. Çocuklarıyla oyun oynayan ebeveynler çocuklarıyla nasıl daha iyi iletişim kurabileceklerini öğrenirler. Sözel becerisi çok gelişmemiş çocuklar düşüncelerini, duygularını, hatta yaşadıkları sıkıntıları bile oyun yoluyla ifade edebilirler; böylelikle ebeveynler çocuklarının bakış açısını daha iyi anlarlar. Çocuklar sosyal kuralları da oyun yoluyla öğrenmektedir. Bir arkadaşıyla ya da ebeveyniyle oyun oynayan çocuk sırayla oynamayı, oyunun kurallarına uymayı ve oyun arkadaşıyla iletişim içerisinde olmayı da öğrenmektedir.

Aileler ne yapmalı?
• Çocuklara hazır oyuncaklar yerine yaratıcılıklarını harekete geçirebilecek, bloklar, legolar, yapboz gibi oyunlar sunulmalıdır. Çamur, boya tebeşir ve oyun hamurları, değişik boyut ve renkteki küplerle, su, kum ve boyalar yaratıcı oyun etkinliği oluşturmaktadır. Resimli masal kitapları okuduğunuzda resimlere bakarak hayal güçlerine göre kendi hikayelerini yaratmasına fırsat verebilirsiniz.

• Bazı çocuklar yeni aldıkları oyuncaklarını kendileri keşfetmek isteyebilirler; çözemeyeceğini düşündüğünüz durumlarda ya da çocuğunuz yardım istediğinde ona bilgi verin. Resim yapmak da bu yaş çocuklarının hayal güçlerinin zenginleşmesine yardımcı olmaktadır.

• Çocuklar resim yaparken ebeveyn olarak ona sınırlamalar koymamanız, sürekli nasıl yapması gerektiğini söylememeniz yaratıcılıklarının gelişmesi için oldukça önemlidir.

• Farklı renkler ve boyama şekilleri kullanmak da çocuğun yaratıcılığını destekler.

• 3-4 yaş çocuğunun yaşına uygun olan bazı nesneleri vererek onları oyuncak yerine kullanması da beklenebilir.

• Bir oyuncağın başka özelliklerini de keşfetmesi veya başka bir oyuncak yerine kullanıyor olması da hayal gücü açısından önemlidir.

Cilt bakımı için bitkiler neler?

Cilt bakımı için bitkileri tanıyın
Pek çok ev yapımı kozmetiğin etken maddeleri bitkisel kökenlidir. Bu bitkilerin çok önemli bir bölümü yüzyıllardır kendilerini çok yönlü olarak kanıtlamışlardır.

Ayrıca son elli yıl içinde bitkiler üzerinde yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları da fevkalade olumlu çıkmıştır. Aşağıda tanıtılan bitkiler, güzellik ve cilt bakımına en uygun olanlardır:

Atkuyruğu:
Bitki, içerdiği bol miktarda silisik asit sayesinde, cilde yeni bir esneklik kazandırır. İrin toplayan sivilcelerin tedavisinde kullanılabilecek çok etkili bir dezenfekte ilacıdır.

Aynısafa çiçeği:
Cildi temizler ve kendini yenilemesini destekler (regenerasyon). İltihaplanmaları önler ve yaraların iyileşmesini çabuklaştırır. Aynısafa merhemi de yaraların iyileşmesinde önemli rol oynar.

Sarı kantaron:
Yatıştırıcıdır. Özellikle kuru ve çatlak cildi rahatlatır ve iyileşmeyi hızlandırır.

Ceviz yaprağı:
Yağlı ve temiz olmayan ciltlerde ve yağlı saçlarda kullanılabilir.

Ebegümeci:
Basit yaraların çabuk iyileşmesini sağlar. Deriyi düzgünleştirir ve kuru deriye kadife yumuşaklığı kazandırır.

Civanperçemi:
İltihaplanmaları önler, krampları çözer ve dezenfekte eder. Özellikle sağlıksız ve iltihaplı deride başarıyla kullanılabilir.

Gülyağı ve gülsuyu:
Deriye canlılık kazandırır ve gerginleştirir.

Ihlamur:
Deri dokusunu güçlendirir ve yeni hücre oluşumunu destekler, kuru ve duyarlı deriler için uygundur.

Isırganotu:
Derinin kan dolaşımını hızlandırır. Yağlı saçlara ve kepeğe karşı kullanılabilir.

Kekik:
Dezenfekte gücü çok yüksektir. Özellikle sağlıksız ve iltihaplanmaya yatkın deri için önerilir.

Oğulotu(Melisa):
Limon kokulu bu bitki, sinir sisteminin yanı sıra deriyi de genel anlamda yatıştırır.

Mayıs papatyası:
Bu klasik güzellik bitkisi, iltihaplanmayı önleyici ve yatıştırıcı etkileri ile özellikle problemli ve duyarlı deriler için çok önemlidir.


Vertigonun Sizi Ziyaret Etme İhtimali

Son zamanlarda çok daha gergin ve stresliyseniz, baş dönmeniz artmaya başladıysa; baş dönmesi sırasında ayağınızın altındaki yerin kaydığını ve tepetaklak olduğunuzu hissediyorsanız; üstelik buna bir de bulantı ve kusma eşlik ediyorsa dikkat edin Vertigo olabilirsiniz…

Vertigonun aslında baş dönmesinin genel adı olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Gülümser Kızıltaş Tokmak; ‘Baş dönmeleri beyin kaynaklı ve beyin dışı nedenlere bağlı olabilir. Beyin kaynaklı baş dönmeleri genellikle beyincik ve beyin sapı bağlantılarında meydana gelen kitle, damar tıkanıklığı, kanama gibi nedenlerle oluşur.

Genelde daha sinsi başlar. Beraberinde daha sıklıkla bulantı, kusma olur ve dengesizlik, konuşma bozukluğu, kolda bacakta güçsüzlük gibi nörolojik bulgular eşlik edebilir. Beyin dışı dediğimiz baş dönmeleri ise daha çok kulaktan veya metabolik nedenlerden kaynaklanabilir.

Vertigo daha çok kalp damar risk faktörü olan bireylerde, titiz, çabuk sinirlenen, kendi işini asla başkasına bırakmayan, ertelemeyen, aceleci, hassas, A tipi kişilik olarak tanımladığımız özelliklere sahip olan bireylerde ve travma sonrasında görülebilir. Bunun yanında işleri gereği sürekli hareket halinde bulunması gereken meslek sahiplerinde de meslek hastalığı olarak görülebilir.

Vertigo teşhisi konulurken önemli olan vertigoya beyin mi beyin dışı kaynakların mı neden olduğunun belirlenmesidir. Eğer nörolojik muayenede beyin kaynaklı olduğunu düşünüyorsak tomografi, kranial MR gibi görüntüleme yöntemlerinden yararlanırız. Özellikle belli bir yaşın üstündeki kalp ve damar hastalığı risk faktörü taşıyan kişilerde boyun damar ultrasonu diye bilinen karotis ve vertebral arterlerin dopplerini yapmak ve beyine giden damarların akımını ölçmek faydalı olabilir. Fakat vertigo beyin dışı nedenlere bağlı ise kulak burun boğaz muayenesi ve kan tablosuna bakmak faydalıdır.

B 12, kan sayımı, demir, kan şekeri gibi tahliller bizi sonuca götürebilir. Vertigo beyin kaynaklıysa ve beyinde yer alan tümör, damar tıkanıklığı veya beyin kanaması mı buna göre tedavi edilir. Damar tıkanıklığında kan sulandırıcılar, beyin kanamasında anti ödem tedaviler ve kitlede özellikle cerrahi operasyon ya da kemoterapi, radyoterapi yapılabilir.’ diye konuştu.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Topuklu ayakkabı, kamburluk nedeni

Topuklu ayakkabı, kamburluk nedeni
Modacılar ‘gökdelen’ topuklu ayakkabılar üretirken, uzmanlar uyardı: “En sağlıklısı 5 santim topuk. Fazlası kambur yapıyor”

Über ya da gökdelen topuklu ayakkabılar bu sene çok revaçta. Ancak uzmanlar topukları 22.8 santimetreyi bulan ayakkabılar konusunda kadınları uyarıyor.

Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın kadınların yüksek topuk seçiminde 5 santimetreyi geçmemeleri gerektiğini, 8 santimetreden yüksek topukların kamburluğa yol açtığına dikkat çekiyor.

Yüksek topuklu ayakkabıların vücudun fizyolojik yapısını bozduğunu vurgulayan Aydın, sağlık açısından en ideal ayakkabının yaklaşık 5 santimetre yükseklikte olduğunu belirtiyor.

 Ayakkabı seçiminde sadece topuk yüksekliğine değil, parmakların rahatlığına da bakılması gerektiğini dile getiren ve 5 santimetreye kadar olan topuklu ayakkabıların spor ayakkabısı kadar sağlıklı olduğunu kaydeden Aydın, “8 santimetreden uzun topuklu, sivri uçlu bir ayakkabı ise uzun süreli kullanıldığında bel, kalça, diz, ayak bileği ve ayağın ön kısmında anormal yüklenmelere neden olur diyor. Aydın sözlerini şöyle sürdürüyor: “8 santimetre yüksekliğinde topuğu olan bir ayakkabı fizyolojik duruşu bozuyor. Bu da diz ve kalçanın hafif bükülmesine neden oluyor. Kalçanın bükülmesiyle bel öne doğru kamburlaşacağı için belin normal çukurluğu artıyor.”

17 Kasım 2015 Salı

Migrenin kalıcı tedavisi bedenimizde gizli

Şiddetli baş ağrısı ile kendini gösteren, yaşam kalitesinin düşmesine neden olan migrenin, erkeklere göre kadınlarda 3 kat daha fazla görüldüğünü belirten Uzm. Dr. Önder Taylan Çifçi, son aylarda toplumuzda artan stres ile beraber migren şikâyetlerinde de artış gözlendiğini söyledi.

Çiftçi, uzun ilaç tedavileri ve çeşitli yöntemlere rağmen kalıcı tedavisi olmayan migren rahatsızlığının kişinin kendi bedenin iyileştirme gücü sayesinde kalıcı olarak tedavi edilebildiğini açıkladı.

Ansızın gelen ve hayatı dayanılmaz kılan, yaşam kalitesini derinden etkileyen migren ağrıları kalıcı olarak vücut tarafından tedavi ediliyor.

Özellikle son aylarda toplumumuzda stresin artması ile migren şikâyetlerinde gözle görülür bir artışın olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Önder Taylan Çifçi; migrenin, erkeklere göre kadınlarda 3 kat daha fazla görüldüğünü, bu oranın erkeklerde % 6 iken, kadınlarda %18 civarında olduğunu belirtti.

Baş ağrısının migrenin belirtilerinden yalnızca biri olduğunu söyleyen Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Önder Taylan Çifçi, hastalık belirtilerini şöyle anlattı: “Migren ağrısı ataklar hâlinde görülür ve 2-3 saatten 3 güne kadar devam edebilir. En bilinen belirtilerinden biri tek taraflı, yoğun ve zonklayıcı tarzda bir baş ağrısıdır. Baş ağrısına bulantının veya kusmanın eşlik etmesi, ışığa ve sese duyarlılığın artması, zonklayıcı, nabız gibi atan ağrı, ağrının asıl olarak tek taraflı olması, ağrının hareketle artması gibi belirtiler de migrene işaret eder. Migrenli kişi boyun ve omuzlarda sertleşme, el ve ayaklarda karıncalanma, konsantrasyon güçlüğü, konuşma güçlüğü ve nadir olarak da felç durumu veya şuur kaybı ile karşılaşabilir. Durum böyle olunca migreni olan kişi günlük faaliyetlerini gerçekleştirmekte güçlükler yaşar. Birçok kişide ağrı ve diğer semptomlar o kadar şiddetlidir ki, atak geçiren kişiler, sadece karanlık bir odada yatıp uyumak isterler. Bu da migreni olan kişiyi günlük yaşamından alıkoyar.”

Enjeksiyon İle Migren Tedavisi Mümkün
Uzm. Dr. Çifçi “Migren hastalarında atakların sıklığı ve ağrının şiddeti enjeksiyon tedavisi ile azaltılıp kontrol altına alınabilir. Enjeksiyon uygulaması; prolifrean madde enjeksiyonunun gerçekleştirilmesiyle baş-boyun bölgesinde yer alan kronik hasarlı bağ dokusu elemanlarının kalıcı olarak tedavi edilmesidir. Kas-iskelet sistemi ve eklemlerdeki dejenerasyonun tedavisi ile seanslar ilerledikçe migren ağrısı çeken kişinin atak sıklığının ve ağrı şiddetinin giderek azaldığı ve hedef seans sayısına ulaşıldığında ağrının tamamen kaybolduğu görülmektedir” dedi.

Migreni Hayatınızdan Uzaklaştırın
Uzm. Dr. Çifçi, stresi azaltmanın, düzenli egzersiz yapmanın ve düzenli uyumanın migren şikâyetlerinin gerilemesini sağlayacağını, öğünleri düzenli yemenin, bol bol yürüyüş yapmanın, kısa süreli ılık duşlar almanın ağrıların azalmasına faydalı olacağını sözlerine ekledi.

En iyi spermin seçilmesi sağlanıyor

Çocuk sahibi olamayan çiftlerde genellikle erkek faktörü önemli rol oynuyor. Erkek kısırlığında kullanılan yeni teşhis ve tedavi yöntemleri, birçok çiftin bebek sahibi olma hayallerini gerçekleştiriyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Aygül Demirol, erkek kısırlığında başarıyı artıran tedaviler hakkında bilgi verdi.

Stres ve sigara kullanımı sperm kalitesini düşürüyor
Erkek faktörü değerlendirilirken temel analiz, sperm örneğinin incelenmesidir. Sperm sayısı, hareket kabiliyeti, spermin dölleme yeteneği ve gerekli vakalarda genetik analizinin(sperm FISH ve genetik hasar testleri) yapılması önemlidir. Sayısal düşüklük, hareket oranı düşüklüğü ya da tam hareketsizlik, şekil bozuklukları ve sperm örneğinde genetik olarak DNA kırıklarının yoğun olması, erkek kısırlığının başlıca nedenleridir. Günümüzde çevresel faktörler, çalışma şartlarında maruz kalınan birçok toksik madde, sigara ve erkek yaşının ilerlemesi sperm kalitesini düşürmektedir.

Şiddetli erkek kısırlığı vakaları hormon tedavisi gerektirebiliyor
Tedavi öncesi erkek iyi analiz edilmelidir. Bazı vakalara özel antioksidan ve vitamin tedavisi gerekli olabilir. Bazı daha ciddi vakalarda ise; hormon tedavisi ve sperm yapımının uyarılması gerekebilir. Tedavi edilmesi en zor olan grup; sperm sayısı çok düşük ve kalitesiz olan vakalar ve hiç sperm olmayan azospermi vakalarıdır. Şiddetli erkek kısırlığında kullanılan tüp bebek tedavi teknikleri içinde ICSI yani mikroenjeksiyon yöntemi birçok vakaya büyük oranda çözüm olabilmektedir. Azosperm vakalarında Mikrotese(mikroskop altında detaylı testis biyopsisi) yöntemleri ve sonrası testis dokusundan spermin ayrıştırılması deneyim ve altyapı gerektiren ve hızla ilerleyen teknolojilerdir. Son aşamada mikroenjeksiyon tekniği ile her bir yumurta içerisine bir sperm enjekte edilmektedir. Bu nedenle seçilen sperm kalitesi, tedavi sonucunu önemli ölçüde etkilemektedir.

En iyi spermin seçilmesi sağlanıyor
IMSI yani büyük büyütmeli mikroenjeksiyon, şiddetli erkek faktörü olan infertil çiftlerde kullanılan son derece etkin bir yöntemdir. Yöntem, mikroenjeksiyon işleminde kullanılacak spermin ileri teknolojik imkanlar ile binlerce kat büyütülerek incelenmesini ve böylelikle en iyi spermin seçilmesini sağlamaktadır. Bu işlem için özellikli bir mikroskop kullanılmaktadır.

Döllenme oranını artırırken gebelik kaybı oranını düşürüyor
Mikroenjeksiyon işleminde her bir olgun kadın yumurtası bir adet sperm ile döllenmektedir. Embriyo kalitesini belirleyen yumurta ve sperm kalitesidir. Döllemede kullanılacak spermin seçimi de hayati önemlidir. Eğer dölleme kapasitesi en iyi ve genetik olarak en kaliteli sperm seçilirse işlemde döllenme oranı, embriyo kalitesi, gebelik oranı yüksek ve gebelik kaybı oranı düşük olmaktadır. Normal mikroenjeksiyon sisteminde sperm, 100 -400 kat büyütülerek seçilmektedir. Büyük büyütmeli mikroenjeksiyon yani IMSI’de ise spermler 1600- 7000 kata kadar büyütülerek son derece titiz ve sperm başındaki bazı özellikler detayla incelenerek seçilmekte ve mikroenjeksiyon uygulanmaktadır.

Sperm seçiminde diğer ek teknolojiler
Genetik hasarlı spermler ayrıştırılarak sağlıklı sperm seçilmesinde “mikroçip yöntemi” seçilmiş vakalarda yüksek döllenme ve kaliteli embriyo gelişimi sağlamaktadır. Benzer şekilde PICSI sistemi de sperm seçimi için özel olarak hazırlanmış bir yöntemdir. Bunların dışında, lazer asiste mikroenjeksiyon ise hareketsiz sperm olgularında sperm seçim ve mikroenjeksiyon aşamasında başarıyı artıran özel bir teknolojidir.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Estetik Kazası 'Geliyorum' Der!

Burnunuzu beğenmiyor olabilirsiniz. Göğüslerinizin çok küçük olduğunu düşünebilirsiniz. Bölgesel fazlalıklarınızdan kurtulmak isteyebilirsiniz. Bu durumda tek yapmanız gereken iyi bir plastik cerrah bulmak ve güvenli ellerle ameliyat olmak olsa da bazen yapılan hatalar nedeniyle hayalleriniz yıkılabiliyor.

Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Serkan Dinar, “Estetik hataları bazen doktordan bazen hastadan kaynaklanıyor. Fakat ne olursa olsun bu hatalara dikkat etmek gerekiyor” diyor.

Yapılan araştırmalar kadınların estetik ameliyatlara erkeklerden daha hevesli olduklarını ve çok fazla araştırmadan ameliyata karar verdiklerini gösteriyor. Bu nedenle estetik kazaları doğal olarak en çok kadınların başına geliyor. Op. Dr. Serkan Dinar, “Erkekler estetik konusunda hemen karar vermiyorlar önce düşünüyorlar sonra ameliyat olmaya karar veriyorlar.

Kadınlar ise hevesle geliyorlar ve hemen ameliyat olmak istiyorlar. Aynı zamanda kadınların ağrı eşiği erkeklere oranla daha yüksek. Herkes erkeklerin bu konuda daha dayanıklı olduğunu düşünse de estetik işlemlerde erkekler daha nazlı oluyor. Özellikle enjeksiyonlu durumlarda daha çekingen oluyorlar” diyor.

Burun hataları: Burun estetiğinde yapılan hatalar estetik kazaları arasında ilk sırada yer alıyor. Özellikle de kadınların başına çok fazla geliyor. Hatanın en önemli sebebi ise hastaların çoğunlukla doktora tam olarak ne istediklerini anlatmamaları oluyor. Bazı doktorlar ise hastayı dinlemiyor çünkü en iyisi benim yaptığım burundur diye düşünebiliyor. Standart bir burun yapılıyor fakat bu burun herkese yakışmıyor. Bazen de örneğin burun eğriliği için ameliyata giren hasta ameliyattan çıktığında burun estetiği olmuş olabiliyor. Bunu önlemek için ayrıntılı olarak doktor ve hastanın konuşması gerekiyor. İyice düşünülmeli ve sonra karar verilmeli. “Ameliyat olayım mı?” diye doktora gitmek kötü bir fikir. Ameliyata karar vererek gidilmeli. Doktorun fikri alınmalı fakat sonrasında düşünülmeli. Hastaların bazıları ise beğendikleri bir ünlünün fotoğrafıyla doktora başvuruyor fakat bu durum da çok doğru olmuyor. Çünkü her burun herkese yakışmıyor. Mesela "burnumun üst çıkıntısından rahatsızım, burnumun ucu büyük gibi" neden rahatsız olduğunuzu söylemeniz gerekiyor. Bazen de çok uzun bir yüze çok küçük bir burun da istenebiliyor. O zaman doktorun devreye girip burnun yakışmayacağını söylemesi gerekiyor.

Göğüs ameliyatı hataları: Göğüs ameliyatına girecek bir kadın genelde söylediğinden bir numara büyük göğüs istiyor. Ameliyat sonrası doktorlarıyla görüştüklerinde “Bu göğüs küçük oldu” diyorlar. Göğüs güzelliği aslında ülkeden ülkeye değişiyor. Amerika’da büyük göğüs istenirken şu an Avrupa’da küçük göğüs moda. Hatta mankenlerin çoğu protezlerini çıkardı. Türkiye’de ise büyük göğüs isteniyor. Göğüsün eğer küçük olduğu düşünülürse daha büyük protezle değiştirebilir.

Kaş dövmeleri: Şu sıralar yapılan en büyük hatalardan biri de kaş dövmeleri. Bu dövmeler lazerle silinebiliyor. Fakat kaşlar doğal kontüründe yapılmıyor ve tamamen alındığı için o bölgede kaş çıkmıyor. Bu sorun için de o bölgeye kaş ekimi yapılabiliyor. Kaş ekimi saç ekiminde olduğu gibi enseden kıl kökleri alınarak ekilebiliyor.

Liposuction: Liposuction ameliyatlarında görülen en önemli hataların başında dalgalanma, sinir sorunları ve kalıcı uyuşukluklar geliyor. Sinir sorunları ve uyuşmanın sebebi bölgenin anatomisine zarar verilmesi oluyor ve bu konuda cerrahın dikkat etmesi gerekiyor. Dalgalanmanın sebebi ise o bölgedeki yağ alındığında o bölge boşalıyor ve sarkarak gevşiyor. Bu sorunun yaşanmaması için lazer ya da radyofrekans destekli liposuction tercih edilmeli. Ayrıca bir bölgeden çok bir bölgeden az yağ alınması problemleri de olabiliyor. Böyle bir durumda o bölgeye yağ eklemek gerekebiliyor.

Botoks hataları: Botoks nedeniyle de bazen kötü görüntüler ortaya çıkabiliyor. Kırışıklıklar üzerinde son yılların en önemli uygulaması olan botoks yaptırırken de dikkat edilmesi gerekiyor. Botoks yemeğe konulan tuz gibi. Çok fazla koyarsanız yararlanamıyorsunuz o yüzden doktorun dikkat etmesi gereken botoksu aşama aşama yapmak. Bir seansta tüm kasları durdurmamak gerekiyor. Belirli kasları durdurup, belirli mimik kaslarını korumanız gerekiyor. Dikkat etmezseniz ve bütün kasları durdurursanız şaşkın bir bakış ortaya çıkıyor. Kaşlara çok yaklaşırsanız o zaman da göz kapağında düşme problemi yaşıyabilirsiniz. Bu hataların olmaması için hasta bildiği iyi bir doktoru seçmeli. Ayrıca uygulayanın plastik cerrah ya da dermatolog olması çok önemli.

Dolgular: Bazen dolgular da kötü görünebiliyor. Dudak dolgusunda eriyen dolgu kullanıldıysa eritilebiliyor ve hasta eski haline geri dönebiliyor. Fakat silikon yapıldıysa ya da kalıcı dolguysa ameliyata varan yöntemler gerekebiliyor. Bazen de alerjik durumlar olabiliyor.

Erkekler Bu Saçlara Bayılıyor!

Saçlar güzelliğin en önemli parçası. Güzel görünen saçlar için dakikalarca –bazen saatlerce- uğraşırız. Peki saçlarınıza bir de “onların” gözünden bakmaya ne dersiniz?

Bu konuda da işinizi kolaylaştırmak için kolları sıvadı ve erkeklere en beğendikleri saç modellerini sordu. İşte erkeklerin favori saç şekilleri ve bu saçlara sahip olmak için öneriler...

Doğal ve Yumuşak Saçlar Dokunma İsteği Yaratıyor

Yumuşak ve doğal bir görünüme sahip saçlar, erkeklerde ‘saça dokunma’ isteği yaratıyor. Cazibenizi artıracak ve karşı cinsi etki altına almayı kolaylaştıracak bu saç şekli için birkaç adımlık uygulama yeterli olacaktır. Doğal dalgalı saç modelini yapmadan önce saçları şampuanla yıkayıp, saç kremi uygulamanız gerekiyor. Sonrasında saçlar hafif nemli kalacak şekilde kurulanıp, üzerine saç köpüğü uygulanabilir. Veya bigudi, maşa ya da saç düzleştiriciyle kalın dalgalar da yapılabilir. Doğal görünümü desteklemek için, parmak uçlarıyla dalgaları dağıtabilirsiniz.

Düz Saçın Cazibesi

Parlak ve düz saçlar da erkeklerin en sevdiği modellerin başını çekiyor. Bu modele sahip olmak için saçlarınızı şampuanladıktan sonra, hafif nemli kalacak şekilde kurutun. Sonrasında düzleştirici ile saçlarınıza şekil verebilirsiniz.

Yataktan Yeni Çıkmış Gibi

Yataktan yeni çıkmış gibi görünen saç modelini de erkekler çok seviyor. Üstelik bu saç modelini uygulamak çok pratik. Saçlarınızı şampuanla yıkadıktan sonra, saç kremiyle pürüzsüz bir görünüm kazandırın. Saçlarınız henüz ıslakken hacim veren jel kullanın. Son olarak, saç kurutma makinesiyle saçlarınızı gelişgüzel kurutmayı unutmayın.

Tüm Zamanların Vazgeçilmezi: At Kuyruğu

Kadınların tüm yüz hatlarını ve boynunu açığa çıkaran at kuyruğu saç modeli, geçmişten bugüne erkeklerin en sevdiği model olma özelliğin elinden bırakmıyor. Bu saç modeline sahip olmak için saçlarınızı yıkayıp kuruttuktan sonra, saç spreyi uygulayın ve çengelli toka yardımıyla sıkıca toplayın.

12 Kasım 2015 Perşembe

Şarj edilebilir diş fırçalarına dair doğru bilinen yanlışlar

Manuel diş fırçası şarj edilebilir diş fırçası kadar iyi temizler!


Yanlış.  İlk kullanımdan itibaren şarj edilebilir diş fırçaları manuel fırçalara oranla  2 kat daha fazla plak temizler. Bu özellik dişlerinizin yalnızca dış görünümü için değil, sağlığı için de oldukça önemli. Plak, dişin dış kısmını kaplayan bakteri tabakasıdır. Bakteriler yediğimiz yiyeceklerdeki şekerle beslendikleri için, zamanla asit oluştururlar. Bu nedenle bakterilerin diş yüzeyine yerleşmesi, diş ve diş eti hastalıklarının en önemli sebeplerinden biridir.

Oral-B’nin elektronik fırçalarının tamamında fırça başlıkları yuvarlak olarak tasarlanmıştır. Bu yenilikçi tasarım sayesinde her dönüşte farklı bir açıyla dişin tüm yüzeyinin temizlenmesine olanak sağlar. Küçük boyutuyla her bir dişin yüzeyine ve diş aralarına rahatlıkla ulaşabilir.

Şarj edilebilir fırçalar yalnızca ağız ve diş sağlığı konusunda problem yaşayan kişilere tavsiye edilmektedir!

Yanlış. Oral-B’nin yaptığı bir anket çalışmasında, katılımcıların %39’unun ancak dişleriyle ilgili herhangi bir problem yaşadıktan sonra şarj edilebilir diş fırçası kullanmaya başlayacaklarını belirttikleri görüldü.


Ağız sağlığında tedaviden çok koruma yöntemi izlenmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü dışarıdan yapılan herhangi bir müdahale, ne kadar iyi olursa olsun kendi dişinizin sağladığı rahatlığı ve fonksiyonelliği sağlamaz. Dişleri korumanın en önemli yolu, ağız ve diş problemlerinin bir numaralı sorumlusu olan plak tabakasını ortadan kaldırmaktır. Şarj edilebilir diş fırçaları, plak temizliği konusunda manuel diş fırçalarından %100’e kadar daha fazla etkilidir. Plak, yapışkan bir madde olduğu için diş fırçanızdan da ayrılması zordur. Bu nedenle diş hekimleri ortalama 3 ayda bir diş fırçanızı yenilemeniz gerektiğini söylüyor.

Şarj edilebilir diş fırçası da kullanıyor olsanız, 3 ayda bir fırça başlığı  değişimini gerçekleştirmek durumundasınız. Oral-B, elektronik diş fırçanızı kolayca yenilemeniz için değiştirilebilir başlıklarla size sunuyor.

Nasıl bir diş fırçası kullanıyor olursanız olun, diş fırçalama süreniz aynı olduğu için aynı etkiyi yakalayabilirsiniz!

Yanlış.  Diş hekimleri, dişlerinizi günde en az iki kez, 2 dakika fırçalamanızı öneriyor. Ancak yapılan araştırmalar ve klinik deneyler, dişlerinizi 2 dakika şarj edilebilir diş fırçalarıyla fırçalamanızın çok daha etkili sonuçlar almanızı sağladığını gösteriyor.

Şarj edilebilir diş fırçaları diş yüzeyine zarar verir!


Yanlış.  Yukarıda bahettiğimiz anketin bir başka ilginç sonucu da, anket katılımcılarının %5’inin şarj edilebilir diş fırçasının diş yüzeyine zarar verdiğini düşünmesi. Oral-B’nin şarj edilebilir diş fırçaları, basınç göstergesi sayesinde diş fırçasını dişinize çok fazla bastırdığınızda çalışmasını durduruyor.

Tüm şarj edilebilir fırçalar aynı özelliktedir!

Yanlış.  Herkesin diş yapısı birbirinden farklı. Bu nedenle Oral-B kullanıcılarına birbirinden çok farklı özelliklere sahip farklı şar edilebilir diş fırçaları sunuyor. Hassas dişetleri için, farklı büyüklükteki diş aralıkları için ya da sararmış dişleri beyazlatmak için birbirinden farklı bir çok diş fırçası modeli bulunuyor.

Detaylı bilgi almak için videoyu izleyebilirsiniz. Ürün alternatiflerini görmek için tıklayınız.




KAYNAK: www.uplifers.com




Bir boomads advertorial içeriğidir.


4 Kasım 2015 Çarşamba

Makyaj malzemelerini ortak kullanmayın

Kadınlarda bir özen belirtisidir makyaj. Kadını güzelleştirir, çekici hale getirir. Makyajda en önemli yeri de gözler ve çevresi tutar. Çok hassas olan bu bölgeye makyaj dikkatle yapılır ve temizlenir. Göz ve çevresinde kullanılan malzemeler ise kimse arasında paylaşılmamalıdır. 

Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu belirterek, “Çeşitli enfeksiyonlar gözyaşı ile bulaşabilir. Vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitler (Sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabilir. Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla bulaşabilir” dedi.

Her kadın güzeldir. Kadınların kendileri daha da güzelleştirmek ve çekici hale getirmek için yaptıkları makyaj, ortak ve kötü malzemelerin kullanılmasıyla kabusa dönüşebiliyor. Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, makyaj malzemelerinin kullanımında en dikkat edilmesi gereken noktanın hijyen olduğunu söyledi. Herkesin kendisine ait makyaj malzemeleri kullanması konusunda uyarıda bulunan Doç. Dr. Deniz Oral, “Makyaj malzemeleri anne-kız, abla-kardeş arasında bile asla paylaşılmamalıdır. Alerji potansiyeli düşük olan dermatolojik olarak test edilmiş kaliteli ürünler tercih edilmelidir” diye konuştu.

Kontakt lens kullananlar dikkatli olmalı
Doç. Dr. Oral, kontakt lens kullananları, bu konuda daha dikkatli davranmaya çağırarak, şunları söyledi: “Kontakt lens takarken yaldızlı far, göz kalemi gibi ince partiküller içeren makyaj malzemeler dikkatle kullanılmalıdır. Bu tür makyaj malzemeleri kontakt lenslerin üzerine yapışabilir veya lens ile göz yüzeyi arasına kaçarak rahatsızlık hissi ve hatta kornea tabakasında çizilmelere neden olabilir.
Doç. Dr. Deniz Oral

Lenslere yapışan makyaj malzemelerinin bazen lens solüsyonları ile temizlenmesi de mümkün olmayabilir. Böyle lensler tekrar kullanılmamalı ve yeni bir lens ile değiştirilmelidir. Kontakt lens takarken lensler makyaj uygulanmadan takılıp daha sonra makyaj yapılmalı ve günün sonunda önce lensler çıkartılıp daha sonra makyaj temizlenmelidir. ”

Hastalık geçebilir
Gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu ifade eden Doç. Dr. Oral, makyaj malzemelerinin ortak kullanılmasıyla bazı hastalıkların bulaşabileceği konusunda da uyarılarda bulundu. Doç. Dr. Oral, vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitlerin (sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabileceğini belirterek şöyle konuştu: “Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla geçebilir. Bulaşıcı göz enfeksiyonlarından korunmak için ailede ve yakın arkadaşlar arasında makyaj malzemelerinin ortak kullanımından kaçınılmalıdır.”

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu
Kalori saymak yerine beslenmeyi öğrenip yaşam tarzınızda ufak değişiklikler yaparak kalıcı çözümler bulabilirsiniz. ART Tıp Merkezi Diyet ve Beslenme Uzmanı Simge Çıtak bunun için 10 adımlık bir rehber hazırladı!

1. Besin gruplarını öğrenin
Yediğiniz bir yemeğin 500 kalori olduğu bilmek size pek bir şey kazandırmaz. Önemli olan yediğiniz yemeğin hangi besin grubundan olduğunu bilmeniz. Bunu bilirseniz, günlük beslenmenizi ona göre ayarlayabilirsiniz. Diyelim ki günlük ihtiyacınız 1.500 kalori. 1.500 kaloriyi geçmeyecek şekilde tüm gün boyunca makarna yediniz. Doğru mu yapmış olursunuz? HAYIR!
Vücudumuzun tüm besin gruplarına farklı miktarlarda ihtiyacı var. Süt grubu, et grubu, ekmek grubu, sebze ve meyve grubu, yağ gruplarından kişiye göre değişen oranlarda her gün almalıyız. Denge herkes için aynıyken, yeterlilik kişiye göre değişir.

2. Yediğinizin yarısını yiyin
Özellikle dışarıda yemek yediğinizde, porsiyon miktarları sizin kontrolünüzde değildir ve siz de o anda doyup doymadığınızı düşünmeden önünüze gelen bütün yemeği yersiniz. Bu nedenle yarım porsiyon ısmarlamayı alışkanlık haline getirin ya da yanınızdaki kişiyle yemeğinizi paylaşın. Evde yemek yerken de her zaman yediğiniz miktarın önce yarısını tabağınıza alın, doymazsanız yine alabileceğinizi unutmayın. Kullandığınız tabakların boyutlarını küçültün. Yemeğin yanına mutlaka bol salata koyun ve yemeğe salatayla başlayın.

3. Yavaş yiyin ve çok çiğneyin
Yavaş yemeyi ve çok çiğnemeyi alışkanlık haline getirebilirsiniz. Her lokmayı en az 10 kere çiğneyin. Hem sindirim sisteminize yardım edersiniz hem de yediklerinizin miktarını azaltırsınız. Çünkü hızlı yediğinizde beynin açlık merkezine sinyal ulaşana kadar siz ihtiyacınızdan daha fazla yemeği yemiş olursunuz. Açlık merkezinin sinyali alabilmesi için en az 10 dakika gereklidir. Ayrıca her lokmadan sonra, çatalınızı ve bıçağınızı bırakmak yemek yeme hızınızı azaltmanıza yardım eder.

4. Daha çok su, daha az yemek
Su içmek için susamayı beklemeyin. Su tüketiminiz arttıkça iştahınızı daha rahat kontrol altına aldığınızı göreceksiniz. Ayrıca su, aldığınız besinlerin termik etkisini artırarak daha fazla enerji harcamanıza yardım eder. Su içmek öğrenilebilen bir alışkanlıktır. Su içmeyi sevmiyorsanız; suyun içine meyve dilimleri atarak içmeyi deneyin. Ya da içmekten keyif alacağınız su ısısını keşfedin. Belki daha soğuk ya da daha sıcak suyun tadını sevebilirsiniz.

5. Stresinizi egzersizle atın
Stresten tamamen uzaklaşamadığımıza göre, atmanın yollarını bulmalıyız. En güzel yolu da hayatımıza sevdiğimiz egzersizi katmak. Ancak ağır egzersizler yapmaya çalışmayın, gerçekleşmesi zor hedefler belirlemeyin. Sadece kendinize yeni bir stres kaynağı yaratırsınız. Onun yerine uygulayabileceğiniz değişiklikler yapın. Doğada yürümeyi deneyin, hem ruhunuzu, hem bedeninizi besleyin. Vaktiniz yoksa en azından evde dans etmeyi deneyin.

6. Yiyeceklere duygusal anlamlar yüklemeyin
Bazı insanlar mutlu olunca, mutsuz olunca, yalnız hissettiğinde yani duyguları baş edemediği noktaya gelince yemeye yönelir. Aslında geçekte aç oldukları için yemezler. Siz de bunlardan birini yaşadığınızda yemek yiyorsanız, yemek yerine kendinize başka bir aktivite bulun. Mesela şarkı söyleyin, müzik dinleyin.

7. Başka birşeyle ilgilenirken yemek yemeyin
Televizyon izlerken ya da çalışırken yemek yerseniz ne yediğinizin ve ne kadar yediğinizin farkında olmazsınız. Hatta doyduğunuzu bile anlayamazsınız. Yemek saatinde sadece yemek yiyin.

8. Dolap temizliği yapın
Evinizi sizi yoldan çıkaran, kalori değeri yüksek, besin değeri düşük yiyeceklerden arındırın. Onun yerine sağlıklı besinlerden oluşan yeni bir dolap hazırlayın. Atıştırma alışkanlığınız varsa sağlıklı atıştırmalıklar olan kuru meyve, leblebi ve tarhana cipsi bulundurun. Ama bunların da miktarlarına dikkat edin.

Buzdolabına yaptığınız temizliği giysi dolabınızda da mutlaka yapmalısınız. Kilo verdikten sonra eski kilonuza göre olan büyük giysilerinizi mutlaka verin. O kıyafetleri vermediğinizde bilinçaltınız 'tekrar kilo almak' isteyebileceğinizi düşünüyor.

9. Kahve randevusu verin
Dostlarınızla buluşmalarınızı ya da iş toplantılarınızı yemekte değil kahve ya da çay içerek yapın. Eğlence için yemek yerine, sinemaya, tiyatroya ya da dansa gidin.

10. Ulaşmak istediğiniz görüntünüzü hayal edin
Her an istediğiniz kiloya indiğinizdeki görüntünüzü, kıyafetinizi, davranışlarınızı, diğer kişilerin gözündeki etkisini hayal edin; düşünün. Bu canlandırmalar sizi ulaşmak istediğiniz yolda motive eder.